23 Şubat 2021 Salı

 

Hasan ÇERÇİOĞLU

 GÜN TOPARLANMA GÜNÜDÜR…

             Yaratılıştan bu yana, her insan doğar, büyür, yaşar ve ölür. Ölüm herkes için doğaldır. Ama hiç kimse eceliyle yatağında öleceğini sanmasın. Yine hiç kimse başka bir insan tarafından öldürüleceğini ya da bir bombayla parçalanacağı aklına getirmemiştir. Her yıl milyonlarca insan, başka bir insan tarafından kurşunla ya da üzerlerine atılan bir bombayla öldürülüyor, ya da açlık ve yoksulluk içinde ölüyor. Ölenlerin, öldürülenlerin kimi nişanlı, kimi evli, kimi bekâr... Belki hayatlarında bir sevgilileri dahi olmamıştır. Dünyanın neresine gidersen git, doğanın her çeşit güzellikleriyle karşılaştığın gibi aynı dünyada korkunç cinayetlerle de karşılaşırsın. Bu ölümler bu cinayetler kim için, ne için, bilen de açıklayan da yok. Bir avuç çıkarcının uğruna öldüklerinin ya da öldürüldüklerinin bilincinde mi bu insanlar?

Hiçbir ana; çocuğunu doğurduğu zaman bir gün öldürüleceği ya da bir bombaya hedef olacağı aklının ucuna gelmemiştir. Hiçbir çocuk, bir bombayla parçalanacağını bilemez. Ya da babasının bir mayına basıp öleceğini kulağının ucuna dahi getirmemiştir. Hiçbir aile tatlı bir rüya ile ya da tatlı bir hayale kapılıp bir umut yolculuğuna çıktığı zaman rüyasının bir kâbusa, bir karabasana dönüşeceğini bilemez. Bindikleri botun su alacağını, ya da alabora olacağını denizin dibini boylayacaklarını nerden bilebilir ki? Aylın bebek ile kardeşi Galip gibi, yürek yakan o karaya vuran cesetlerin manzarasıyla karşılaşacağını kim nereden bilebilir ki?  Hangi insanın dürüst, hangi insanın dürüst olmadığını nasıl anlayacaklar? Dürüstlüğün bir aracı bir ölçüsü de alınlarında yazılı olmadığına göre,  havadan gelen bir bomba ile param parça olacağını nasıl bilebilir?  Bu ne biçim bir dünya, ne biçim bir yaşam… İnsan böylesi bir dünyaya geldiğine geleceğine bin pişman oluyor. En iyisi bu dünyaya gelmemek diyor, bu düzen insanları dünyasından usandıran bıktıran bir düzen!

Demek oluyor ki; güçsüz devletlerin, çıkarcı açgözlü devletler tarafından, mazlum insanların zalim doyumsuz insanlar tarafından, yine insanların zalim ceberut devlet tarafından zulme uğratıldığı bu sistem ortadan kalkmadığı sürece bu dünyaya huzur gelmeyecektir. Gözümüzü açtığımız gün, savaş gördük, kan gördük, zulüm gördük, işkence gördük, açlık yoksulluk gördük ve gözyaşı döktük. Hiçbir iyi günümüz olmadı. Ağlamadığımız, gözyaşı dökmediğimiz, acı çekmediğimiz işkence görmediğimiz gün olmamıştır. Sadece bizim kuşak mı bunları yaşadı? Hayır! Bizden önceki kuşaklar da aynı dünyaya geldiler, aynı zulümleri, aynı acıları, aynı savaşları gördüler ve yaşadılar. Çıkarcı devletler ile çıkarcı guruplar çıkarları uğruna çatışmışlar bu çatışmaların acısını yüz milyonlarca insanın öldürülmesinden çıkarmışlardır.

Oysa insanlık yeter diyor; tepemize atılan bombalar dursun! Bu bombalara harcadığınız paralar insanlık uğruna harcansa daha iyi bir dünya kurulur. Kimse kimseye muhtaç olamadan, herkes gül gibi geçinir gider. Bu dünya hepimize yeter,   savaşsız sömürüsüz bir gün görelim, bitsin bu savaşlar, bitsin bu acılar, bitsin bu işkenceler diyor. Barış gelsin, insanlar barış içinde bir arada yaşasınlar, zulüm kalksın, acı işkence olmasın,  insanlar yatağa aç girmesin, açlık yoksulluk yüzünden insanlar intihar etmesin,  öldürmelerin olmadığı savaşsız sömürüsüz bir gün yaşayalım istiyor…

Ülkemizde milyonlarca işsiz varken, üniversiteyi bitirmiş işsizlikten bunalmış en azından bir uzatmalı ya da bir polis olayım, elime birkaç kuruş geçsin diyor, ama bir bombaya bir kurşuna hedef olacağını nereden bilebilir? O insanların kimi nişanlı, ya da evli, ya da hamile karısından çocuk bekliyor. Ama çocuğunu görmeden yavrusunu sevip okşamadan, karısına o kara haber geliyor. Bu ne biçim bir dünya, ne biçim bir yazgı…

Görüyoruz izliyoruz bunların hiçbiri zengin çocuğu değil. Çoğunun bir karış toprağı bile yok, başını sokacağı doğru dürüst bir evleri yok. Çoğunlukla var oluşlarda yaşayan daha sıvası yapılmamış, tuğlası açıkta, üstü ya kapatılmış ya da kapatılmak üzere olan zar zor barınabildiği çıplak bir yapının altına sığınmıştır. Belki onu da aldığı maaşla yapmıştır. Ölen ya da öldürülen çocuğun babasına soruyorlar. Baba yanıtlıyor.

“Vatan sağ olsun” diyor.  Bu vatan kavramını bir türlü anlayamıyorum. Bir taraftan hanlara hamamlara sahip olanlar, diğer taraftan bir karış toprağı olmayanlar. Bir taraftan tuzu kuru olanlar, diğer taraftan bir atımlık tuzu olmayanlar. Bir taraftan yüzen, uçan, yazlık, kışlık sarayları olanlar, diğer taraftan işsizlikten açlıktan intihar edenler, bilmem ki bu vatanın sahipleri kimler, kim bu varanın sahipleri?   Bu ülkede doğmak suç mu? Günah mı? Bir de çıkarlarına malzeme yapmazlar mı? İşte insanın yüreğini yaralayan parçalayan da o söylemler değil mi?  Senin oğlun şehit oldu.  Peygamberimizle komşu oldu, cennetin baş köşesindedir demezler mi? Şehit olmakla cennetlik olunuyorsa, onunla gurur duyuluyorsa, bir de senin çocukların, sizin çocuklarınız şehit olsunlar, cennetin başköşesinde yer alsınlar, peygamberle komşu olsunlar. Bilelim o zaman kim inançlı kim inançsız? Yalan yanlış söylemlerle bol keseden palavra sıkmak kolay…  

Anlaşılan kaba bir milliyetçilik bir din istismarı almış yürüyor… Avrupa’dan Amerika’ya, dünyanın her yerinden eş değer bir milliyetçilik gelişmektedir. Ülkemizde de kuru bir milliyetçilik nerdeyse zirve yapmaktadır.  Kim ki bu düzene muhalifse, yolsuzlukları hırsızlıkları açığa çıkarıyorsa bu sömürü düzene karşı çıkıyorsa, o milliyetsizdir cibilliyetsizdir vatan hainidir. Kim ki kendilerini alkışlıyorsa, kendilerine biat ediyorsa, onlar milliyetçidir eşi menendi bulunmaz vatanseverdirler.

 Önce halkın oyu ile seçilen belediye başkanlarını görevden aldılar, yerine kendi adamlarını kayyum olarak atadılar. Görevini yapan muhalif gazetecileri içeri attılar. Şimdi HDP’ milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldıracaklar, aslında HDP yi kapatacaklar, sıra CHP ye gelecek. Sonra aydınlara demokratlara sıra gelecek. Ülkeyi kendilerine göre muhalif siz,  muhalefetsiz dikensiz bir gül bahçesine çevirecekler.  

Bu siyasi ortam Almanya’nın 1920 ile 1921 deki yaşanmışları hatırlatıyor.  Kimse tehlikenin farkında değil. O zamanki Almanlar da başlarına gelecek felaketi bilmiyorlardı. Hiç kimse bir şey yapmadı. Hitlerin partisi 1933 yılında iktidara gelince kitleler halinde Yahudileri katletmeye başladı.  Emredildiği gibi,

“Yahudiler yok edilmeli, girilen her yerde ve çingenelerin de sonu gelmelidir. Büyük çapta Yahudilere karşı operasyon düzenlemek bölük birimlerinin işi değildir.”

Bu görev, siviller ve polis tarafından yerine getirilmeliydi. Eğer herhangi bir Yahudi grubuyla karşılaşılırsa, duruma göre, bölük birimleri tarafından yok edilebilirler ya da yakınlarda bulunan gettolara gönderilebilirler. Daha sonra bu gettolardan, sivil birimlere, ya da SD’ye verilirdi.

İşte yaşanmış Almanya örneği önümüzde dururken,  bu örnekten ders alınmazken her kafadan bir ses geliyor, dağınık düzensiz bir ortam,  parçalanmış bir muhalefet, üzerlerine ölü toprağı serpilmiş bir toplum, bilmeme ki neyi bekliyorlar. Toparlanma yok, birlikte hareket etmek yok güç birliği eden yok,  oysa güçlü toplum örgütlü toplum diyoruz.  Şu an 30 u aşkın sol ve sosyalist partiler var. Bu partilerin çoğunun adını kimse duymamıştır.  İşte o sol ve sosyalist partiler ne yapıyorlar, amaçları nedir bilinmiyorum, başlarına gelecek olan felaketi düşünemiyorlar, işte o gün bu gündür diyoruz,  demokrasi cephesinde birleşelim, tüm aydınlar, demokratlar, sosyalistler, komünistler, sendikalar, meslek odaları, sivil toplum kuruluşlar, demokratik kitle örgütleri sıradan liberaller felaket kapımızı çalmadan gün toparlanma günüdür diyoruz. Son pişmanlık fayda getirmeyecek, yine atı alan Üsküdar’ı geçecek.  

Alman papazın dediği gibi,

“Önce Yahudileri götürdüler, kimseden ses çıkmadı. Sonra komünistleri götürdüler, yine kimseden ses çıkamadı. Sonra sosyalistleri sosyal demokratları götürdüler, yine kimseden ses çıkmadı. Sonra ilericileri demokratları götürdüler yine kimseden ses seda çıkmamıştı. Sıra bana geldiği zaman sağa baktım kimse yok, sola baktım kimse yoktu.”

            Aşağıdaki sol sosyalist partilerin kaçı sağ, kaçı ölü bilmiyorum. Ama çoğunun sağ olduğunu biliyorum. Ama ne yaptıklarını ne yapacaklarını da bilmiyorum. Hepsi bir araya gelse, işçisiyle köylüsüyle, tüm emekçileri Türk’üyle Kürt’üyle bir güç oluştursa, yanlarına sol sosyalist partilerini demokratik kitle örgütlerini, meslek odalarını, İşçi sendikalarını diğer sivil toplum kuruluşlarını alarak Demokrasi cephesinde birleşseler toplu bir güç birliği oluştursalar  inanıyorum ki faşizme geçit vermeyecekler.

İşte o sol sosyalist partiler:   

Türkiye işçi Partisi, SOL parti, Halkın kurtuluş partisi, Birleşik Sosyalist parti, Devrimci Halk partisi, Devrimci sosyalist İşçi Partisi, Emek Partisi, Ezilenlerin Sosyalist Partisi, Halkların, İşçi Demokrasisi Partisi,  İşçi Kardeşliği Partisi,  İşçilerin Sosyalist Partisi,  Kürdistan Sosyalist Partisi (Türkiye), Sosyal Demokrat Fırkası, Sosyalist Demokrasi Partisi, Sosyalist Devrim Partisi, Sosyalist Emekçiler Partisi, Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi, Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası,  Vatan Partisi (2015)… vs

 

 

Hiç yorum yok: