Hasan
ÇERÇİOĞLU
GÜN TOPARLANMA GÜNÜDÜR…
Yaratılıştan bu yana, her insan doğar, büyür,
yaşar ve ölür. Ölüm herkes için doğaldır. Ama hiç kimse eceliyle yatağında öleceğini
sanmasın. Yine hiç kimse başka bir insan tarafından öldürüleceğini ya da bir bombayla
parçalanacağı aklına getirmemiştir. Her yıl milyonlarca insan, başka bir insan
tarafından kurşunla ya da üzerlerine atılan bir bombayla öldürülüyor, ya da
açlık ve yoksulluk içinde ölüyor. Ölenlerin, öldürülenlerin kimi nişanlı, kimi
evli, kimi bekâr... Belki hayatlarında bir sevgilileri dahi olmamıştır. Dünyanın
neresine gidersen git, doğanın her çeşit güzellikleriyle karşılaştığın gibi aynı
dünyada korkunç cinayetlerle de karşılaşırsın. Bu ölümler bu cinayetler kim
için, ne için, bilen de açıklayan da yok. Bir avuç çıkarcının uğruna öldüklerinin
ya da öldürüldüklerinin bilincinde mi bu insanlar?
Hiçbir ana; çocuğunu
doğurduğu zaman bir gün öldürüleceği ya da bir bombaya hedef olacağı aklının
ucuna gelmemiştir. Hiçbir çocuk, bir bombayla parçalanacağını bilemez. Ya da babasının
bir mayına basıp öleceğini kulağının ucuna dahi getirmemiştir. Hiçbir aile tatlı
bir rüya ile ya da tatlı bir hayale kapılıp bir umut yolculuğuna çıktığı zaman rüyasının
bir kâbusa, bir karabasana dönüşeceğini bilemez. Bindikleri botun su alacağını,
ya da alabora olacağını denizin dibini boylayacaklarını nerden bilebilir ki? Aylın
bebek ile kardeşi Galip gibi, yürek yakan o karaya vuran cesetlerin manzarasıyla
karşılaşacağını kim nereden bilebilir ki? Hangi insanın dürüst, hangi insanın dürüst
olmadığını nasıl anlayacaklar? Dürüstlüğün bir aracı bir ölçüsü de alınlarında
yazılı olmadığına göre, havadan gelen
bir bomba ile param parça olacağını nasıl bilebilir? Bu ne biçim bir dünya, ne biçim bir yaşam…
İnsan böylesi bir dünyaya geldiğine geleceğine bin pişman oluyor. En iyisi bu dünyaya
gelmemek diyor, bu düzen insanları dünyasından usandıran bıktıran bir düzen!
Demek oluyor ki; güçsüz
devletlerin, çıkarcı açgözlü devletler tarafından, mazlum insanların zalim doyumsuz
insanlar tarafından, yine insanların zalim ceberut devlet tarafından zulme uğratıldığı
bu sistem ortadan kalkmadığı sürece bu dünyaya huzur gelmeyecektir. Gözümüzü açtığımız
gün, savaş gördük, kan gördük, zulüm gördük, işkence gördük, açlık yoksulluk
gördük ve gözyaşı döktük. Hiçbir iyi günümüz olmadı. Ağlamadığımız, gözyaşı
dökmediğimiz, acı çekmediğimiz işkence görmediğimiz gün olmamıştır. Sadece
bizim kuşak mı bunları yaşadı? Hayır! Bizden önceki kuşaklar da aynı dünyaya
geldiler, aynı zulümleri, aynı acıları, aynı savaşları gördüler ve yaşadılar. Çıkarcı
devletler ile çıkarcı guruplar çıkarları uğruna çatışmışlar bu çatışmaların
acısını yüz milyonlarca insanın öldürülmesinden çıkarmışlardır.
Oysa insanlık yeter diyor;
tepemize atılan bombalar dursun! Bu bombalara harcadığınız paralar insanlık
uğruna harcansa daha iyi bir dünya kurulur. Kimse kimseye muhtaç olamadan,
herkes gül gibi geçinir gider. Bu dünya hepimize yeter, savaşsız sömürüsüz bir gün görelim, bitsin
bu savaşlar, bitsin bu acılar, bitsin bu işkenceler diyor. Barış gelsin,
insanlar barış içinde bir arada yaşasınlar, zulüm kalksın, acı işkence olmasın,
insanlar yatağa aç girmesin, açlık
yoksulluk yüzünden insanlar intihar etmesin, öldürmelerin olmadığı savaşsız sömürüsüz bir
gün yaşayalım istiyor…
Ülkemizde milyonlarca
işsiz varken, üniversiteyi bitirmiş işsizlikten bunalmış en azından bir
uzatmalı ya da bir polis olayım, elime birkaç kuruş geçsin diyor, ama bir
bombaya bir kurşuna hedef olacağını nereden bilebilir? O insanların kimi
nişanlı, ya da evli, ya da hamile karısından çocuk bekliyor. Ama çocuğunu
görmeden yavrusunu sevip okşamadan, karısına o kara haber geliyor. Bu ne biçim
bir dünya, ne biçim bir yazgı…
Görüyoruz izliyoruz bunların
hiçbiri zengin çocuğu değil. Çoğunun bir karış toprağı bile yok, başını
sokacağı doğru dürüst bir evleri yok. Çoğunlukla var oluşlarda yaşayan daha
sıvası yapılmamış, tuğlası açıkta, üstü ya kapatılmış ya da kapatılmak üzere
olan zar zor barınabildiği çıplak bir yapının altına sığınmıştır. Belki onu da
aldığı maaşla yapmıştır. Ölen ya da öldürülen çocuğun babasına soruyorlar. Baba
yanıtlıyor.
“Vatan sağ olsun” diyor. Bu vatan kavramını bir türlü anlayamıyorum.
Bir taraftan hanlara hamamlara sahip olanlar, diğer taraftan bir karış toprağı
olmayanlar. Bir taraftan tuzu kuru olanlar, diğer taraftan bir atımlık tuzu olmayanlar.
Bir taraftan yüzen, uçan, yazlık, kışlık sarayları olanlar, diğer taraftan işsizlikten
açlıktan intihar edenler, bilmem ki bu vatanın sahipleri kimler, kim bu varanın
sahipleri? Bu ülkede doğmak suç mu? Günah mı? Bir de çıkarlarına
malzeme yapmazlar mı? İşte insanın yüreğini yaralayan parçalayan da o söylemler
değil mi? Senin oğlun şehit oldu. Peygamberimizle komşu oldu, cennetin
baş köşesindedir demezler mi? Şehit olmakla cennetlik olunuyorsa, onunla gurur
duyuluyorsa, bir de senin çocukların, sizin çocuklarınız şehit olsunlar,
cennetin başköşesinde yer alsınlar, peygamberle komşu olsunlar. Bilelim o zaman
kim inançlı kim inançsız? Yalan yanlış söylemlerle bol keseden palavra sıkmak
kolay…
Anlaşılan kaba bir
milliyetçilik bir din istismarı almış yürüyor… Avrupa’dan Amerika’ya, dünyanın
her yerinden eş değer bir milliyetçilik gelişmektedir. Ülkemizde de kuru bir
milliyetçilik nerdeyse zirve yapmaktadır. Kim ki bu düzene muhalifse, yolsuzlukları
hırsızlıkları açığa çıkarıyorsa bu sömürü düzene karşı çıkıyorsa, o milliyetsizdir
cibilliyetsizdir vatan hainidir. Kim ki kendilerini alkışlıyorsa, kendilerine
biat ediyorsa, onlar milliyetçidir eşi menendi bulunmaz vatanseverdirler.
Önce halkın oyu ile seçilen belediye
başkanlarını görevden aldılar, yerine kendi adamlarını kayyum olarak atadılar. Görevini
yapan muhalif gazetecileri içeri attılar. Şimdi HDP’ milletvekillerinin
dokunulmazlıklarını kaldıracaklar, aslında HDP yi kapatacaklar, sıra CHP ye
gelecek. Sonra aydınlara demokratlara sıra gelecek. Ülkeyi kendilerine göre
muhalif siz, muhalefetsiz dikensiz bir gül
bahçesine çevirecekler.
Bu siyasi ortam
Almanya’nın 1920 ile 1921 deki yaşanmışları hatırlatıyor. Kimse tehlikenin farkında değil. O zamanki
Almanlar da başlarına gelecek felaketi bilmiyorlardı. Hiç kimse bir şey
yapmadı. Hitlerin partisi 1933 yılında iktidara gelince kitleler halinde
Yahudileri katletmeye başladı.
Emredildiği gibi,
“Yahudiler yok edilmeli, girilen her yerde ve çingenelerin de sonu
gelmelidir. Büyük çapta Yahudilere karşı operasyon düzenlemek bölük
birimlerinin işi değildir.”
Bu görev, siviller ve polis tarafından yerine getirilmeliydi. Eğer
herhangi bir Yahudi grubuyla karşılaşılırsa, duruma göre, bölük birimleri
tarafından yok edilebilirler ya da yakınlarda bulunan gettolara
gönderilebilirler. Daha sonra bu gettolardan, sivil birimlere, ya da SD’ye
verilirdi.
İşte yaşanmış Almanya örneği önümüzde dururken, bu örnekten ders alınmazken her kafadan bir
ses geliyor, dağınık düzensiz bir ortam, parçalanmış bir muhalefet, üzerlerine ölü
toprağı serpilmiş bir toplum, bilmeme ki neyi bekliyorlar. Toparlanma yok,
birlikte hareket etmek yok güç birliği eden yok, oysa güçlü toplum örgütlü toplum diyoruz. Şu an 30 u aşkın sol ve sosyalist partiler
var. Bu partilerin çoğunun adını kimse duymamıştır. İşte o sol ve sosyalist partiler ne yapıyorlar,
amaçları nedir bilinmiyorum, başlarına gelecek olan felaketi düşünemiyorlar, işte
o gün bu gündür diyoruz, demokrasi
cephesinde birleşelim, tüm aydınlar, demokratlar, sosyalistler, komünistler,
sendikalar, meslek odaları, sivil toplum kuruluşlar, demokratik kitle örgütleri
sıradan liberaller felaket kapımızı çalmadan gün toparlanma günüdür diyoruz. Son
pişmanlık fayda getirmeyecek, yine atı alan Üsküdar’ı geçecek.
Alman papazın dediği gibi,
“Önce Yahudileri götürdüler, kimseden ses
çıkmadı. Sonra komünistleri götürdüler, yine kimseden ses çıkamadı. Sonra
sosyalistleri sosyal demokratları götürdüler, yine kimseden ses çıkmadı. Sonra ilericileri
demokratları götürdüler yine kimseden ses seda çıkmamıştı. Sıra bana geldiği
zaman sağa baktım kimse yok, sola baktım kimse yoktu.”
Aşağıdaki
sol sosyalist partilerin kaçı sağ, kaçı ölü bilmiyorum. Ama çoğunun sağ
olduğunu biliyorum. Ama ne yaptıklarını ne yapacaklarını da bilmiyorum. Hepsi
bir araya gelse, işçisiyle köylüsüyle, tüm emekçileri Türk’üyle Kürt’üyle bir
güç oluştursa, yanlarına sol sosyalist partilerini demokratik kitle
örgütlerini, meslek odalarını, İşçi sendikalarını diğer sivil toplum
kuruluşlarını alarak Demokrasi cephesinde birleşseler toplu bir güç birliği
oluştursalar inanıyorum ki faşizme geçit
vermeyecekler.
İşte o sol sosyalist partiler:
Türkiye işçi Partisi,
SOL parti, Halkın kurtuluş partisi, Birleşik Sosyalist parti, Devrimci Halk
partisi, Devrimci sosyalist İşçi Partisi, Emek Partisi, Ezilenlerin Sosyalist Partisi,
Halkların, İşçi Demokrasisi Partisi, İşçi Kardeşliği Partisi,
İşçilerin Sosyalist Partisi,
Kürdistan Sosyalist Partisi (Türkiye), Sosyal Demokrat Fırkası, Sosyalist Demokrasi Partisi, Sosyalist Devrim Partisi, Sosyalist Emekçiler Partisi, Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi, Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası, Vatan Partisi (2015)… vs
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder