25. Dönem İnşaat Mühendisler Odası Ankara Şube Kongresinde Yaptığım Konuşma
DEĞERLİ ARKADAŞLAR
1 - 24 Ocak 2022 Günü Gaziantep’te Pazar yeri çatısı çöktü. Olay merkez Şehitkâmil ilçesine bağlı Emek mahallesinde yaşandı.30 araç hasar gördü. Gaziantep Belediye başkanı, Fatma Şahin sanırım bir El Fatiha okumuştur.
2 - 24 Ocak 2022 Günü Mega kentin Mega projesi çöktü, İstanbul Havalimanında kargo bölümünün çatısı çöktü. Ulaştırma bakanı Adil Kara İsmail oğlu “ zaten geçiciydi yıkılacaktı ”dedi. Nasrettin hoca da eşekten düşünce zaten inecektim” demişti.
3 -14 Ocak 2022 Cuma günü Zonguldak Kilimli Yolu nazar değmesin denilerek kurban kesilmesine karşın, dalgalar 4. Kez yolu alabora etti. Oysa Sayın Cumhurbaşkanımız Zonguldak’a özgü bir açılış yapacaktı. Demek bir küçükbaş, nazarı defetmeye yetmemiş, bir deve ya da bir öküz kesilseydi, dördüncü kez su altında kalmazdı yol, nazar da boşa çıkardı o zaman.
4 – İktidardakiler “Sizin hayatınızda sadece mum vardı mum, gaz lambası vardı. Biz Isparta’yı 5 gün elektriksiz bıraktık, sizleri mum arar hale getirdik. Yalvaç ilçesinde de insanları dondurarak Allah’ın rahmetine kavuşturduk diyorlardı.
Kar yüküne dayanamayan Mega Projeler, çöken pazar yerleri ve açılımına az bir süre kala, dördüncü kez su altında kalan yollar, elektriksiz hale getirilen kentler… Soğukta donan insanlarımız. İşte bu koşullar altında İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şube kongresini yapıyoruz. Sorumsuzluk liyakatsizlik, beceriksizlik almış başını yürüyor. Biz diyoruz ki bu sistemin taşlarını 1980 darbesi döşedi ve günümüze kadar taşıdı.
Enerjisi dar boğazda, alt yapısı üst yapısı çökmüş, salgında her gün üç yüz dört yüz kişi ölüyor, istiyorlar ki Mühendisler konuşmasın, Hukukta hukukçular konuşmasın, tıpta doktorlar konuşmasın, biz de diyoruz ki ülkenin bu kadar sorunu varken konuşmazsak olmaz ve konuşuyoruz.
Bizler inşaat mühendisleri olarak 1980 öncesi, odamız küçük kurullarında, ülkemizin tam bağımsızlığı için mücadele ediyorduk, bilim, enerji ve teknoloji konularını tartışıyorduk. Bu ülkenin mühendisleriydik. Tam bağımsız Türkiye için, yer altı, yer üstü madenlerimizin, başka ülkelere peşkeş çekilmesine karşı çıkıyorduk. Toplu taşımayı tartışıyorduk, Enerji kaynaklarımızı tartışıyorduk. Enerji kaynaklarımız kıt ve ülkemiz ihtiyaçlarını karşılayacak durumda değildi. Enerjiden dışarıya bağımlıydık. Bu gün de dışarıya bağımlıyız, bu gün enerjiye daha çok ihtiyacımız var. O zaman doğal gaz yoktu. Enerji kaynaklarımız petrole ve kömüre dayalıydı. Bu kaynaklar fosil yataklarından elde ediliyordu. Bir gün bu kaynakların biteceğini, sonunun geleceğini ve yeni enerji kaynaklara ihtiyacımız olduğunu söylüyorduk. Yeni kaynaklar dediğimiz, Güneş, rüzgâr ve deniz dalgalarıydı.
Kırk yıl önce tartıştığımız Güneş enerjisi ile Rüzgâr enerjisi üzerinde durulsaydı. Eğer o günler bu yönde bir çalışma yapılsaydı, bu gün bu sıkıntılar olmayacaktı ve bu sıkıntıları yaşamayacaktık. Güneş ve rüzgâr ülkemizde kaynakları bol bir hazineydi.
Enerji, ulaşım, alt yapı, üst yapı bizden sorulur. Enerji üretmek işimizdi. İşte biz bunları tartışırken, iktidar sahipleri ve egemen sınıflar bize karşı çıkıyor, odalar politika yapıyor diye bizi suçluyorlardı.
Zamanla petrolün ve kömürün yanında doğalgaz hayatımıza girdi. Kömüre dayalı enerji, hava kirliliğinden dolayı konutlarda terk edilmeye başlandı. Doğalgaz, ülke enerjisinin % 12,7 sini sanayide, % 13, 6 sını elektrik üretiminde, % 15, 6sını konutlarda, %6 sını da diğer bazı kesimlerde kullanılmaya başlandı. Dışarıdan doğal gaz ithal etmek zorundaydık. Bu gün tarım ürünlerinden, sanayi ürünlerine dek, hatta saman ithalatına dek dışarıya bağımlı bir konuma getirildik. Şimdi kış ortasındayız. İran Doğal gazı kesince, sanayinin bir kesimi durdu. Şar teller indi, elektrikler kesildi. İnsanlarımız ancak battaniyelere sarılarak, yatak yorgan ısınmaya çalışıyorlar.
Oysa dağlarımızdan rüzgâr estiği sürece, Anadolu ovalarından, yaylalarından Güneş eksilmediği sürece, enerji kaynaklarımız bitmeyecekti. Rüzgâr estikçe pervaneler dönecek, güneş aydınlattığı ve ısıttığı sürece panel tarlalarından enerji üretilecekti.
İşte, bu alanda Avrupa’ya ve diğer ülkelere göre dev bir hazineye sahiptik ve sahibiz. Güneş enerjisi, bütün mekanik sorunları çözüldüğü takdirde, yaklaşık bir hesapla günde 1000 MW, Rüzgâr enerjisiyle 700 MW gibi bir enerji ye sahip olacaktık. Bu durum, yaklaşık 1000 000 000 m3 doğal gaz üretimine eş değer olacaktı. Bu da 400 milyon dolara denk geliyordu. Yani dışarıya ödediğimiz miktar kadar bir tasarruf sağlamış olacaktık.
Bu güne dek iktidarda olanlar, ülkemizin menfaatini ve geleceğini değil, kendi geleceklerini ve yandaşlarının geleceklerini garanti altına almaya çalıştılar ve çalışıyorlar, ülkenin geleceğini, enerjisini ciddiye alan yok. Fabrikalarını, Sigorta şirketlerini, bankalarını, parsel parsel topraklarını dışarıya sattılar. Açlığa yoksulluğa enerji sıkıntısına bizi mahkum ettiler. Yarın Rusya ile Ukrayna arasında bir anlaşmazlık çıkarsa, Rusya doğalgazı kesecek, kabak yine bizim başımıza patlayacak. Tezekle ısınmaya çalışalım desek, tezek üretecek inekler de ithal ediliyor, inek bokları da kıymete bindi. Sorarım size bu ülkenin durumu ne olacak o zaman?
Rusya, ABD ile Çin arasındaki çekişmeler, hepimizin bildiği gibi, enerji güç savaşlarıdır. George W Bush, tanrıdan bana vahiy geldi dediği zaman, Amacı Orta doğunun Enerji kaynaklarına sahip olmaktı. “Git Afganistan, Irak ve benzeri ülkeleri düzelt başlarına bombalar yağdır, kanları yerlere aksın, petrollerle, enerji kaynakları bize aksın. Daha da olmasa onları böl parçalat mezhep kavgaları yarat, gözlerini kör et, önlerini görmesinler biz de işimize bakıp kolayca malı götürelim. Nitekim öyle oldu, Suriye’de Irakta Afganistan’da Libya’da Yemende Müslümanlar birbirlerini boğazına sarılırken, malı götüren Amerika oldu.
Biz diyoruz ki, dünyadaki fosil yatakları bir gün bitecek, Doğalgaz da bitecek, petrol yatakları bitecek, kömür yatakları bitecek. Bizi ve dünya ülkelerini kurtaracak tek enerji kaynağı, Güneş ile Rüzgâr enerjisidir. Yerliyiz ve Milliyiz diyenlerin bu enerjiler üzerinde kafa yordukları yok. Onlar günü birlik politika yapıyorlar. Onların tuzu kuru, paraları bol, dış bankalarda milyon dolarları var, 17- 25 Aralık yolsuzlukları ortaya çıkınca, yerli ve milli hükümetimizin marifetleri bir bir ortaya saçıldı. Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler, "Senin önüne yatarım Reza" deyince “Yoluna ölürem Türkiye’m” türküsünün yerini “Yoluna ölürem Rızam” türküsü aldı ve söylenmeye başlandı. Kutular içinde paralar ortaya saçılınca, Egemen Bağış, diplomat seviyesine çıkarıldı, Çek Cumhuriyeti Prag’a Büyükelçi olarak atandı. Yani ödüllendirildi. Zafer Çağlayan, Erdoğan Bayraktar ve Muammer Güler, kara para aklama, rüşvet ve altın kaçakçılığı dosyaları elden ele geçmeye başlayınca, yolsuzluk ve hırsızlık dosyalarına dini açıdan bir kılıf uyduruldu. AKP Milletvekili Metin Külünk'ün, 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasıyla ilgili "İnsanların günah işleme özgürlüğü vardır” diyordu. Her ay mafya liderinden 10 bin dolar rüşvet alıyor, günah işleme özgürlüğüne devam ediyordu, ülkeyi yönetme işini, mafya çetelerine ve uyuşturucu baronlarına havale etmişlerdi.
İktidar sahipleri ne güneş enerjisinin, ne de rüzgâr enerjisinin peşindeydiler, onlar bilimi ve teknolojiyi yok etme peşindeler, bilime ve teknolojiye inanmıyorlar bile… Onlar mezhepçi, ortaçağ zihniyetine sahip, kendisine biat eden tarikatların peşindeler. Onlar Arap gericiliğini Arap geleneklerini bize din diye yutturmaya çalıyorlar, hangi bakanlığa hangi kuruma, hangi tarikatı yerleştiririz çabası içindeler. Onlar her yere tarikatları cemaatleri sızdırabilirler, ama odalarımıza asla sızdırmayacaklar. Çünkü buralar bilim, teknoloji ve demokrasi mevzileridir. Biz bu mevzileri hiçbir zaman terk etmedik terk etmeyeceğiz. Bu böyle biline… Şimdi işsizlik ve yoksulluk had safhadayken işçiler köylüler pahalılıkla mücadele ederlerken cezalı sayıldılar. Barınamıyoruz diyen gençlerle, geçinemiyoruz diyen halkımız, açız yoksuluz faturalar yüksek ödeyemiyoruz. Ya da iş istiyoruz, dedikleri zaman suç işlemiş sayılıyorlar, karşılarına polisi ve jandarmayı çıkarıyorlar, başlarına coplar inip kalkıyor yüzlerine gaz bombaları püskürtülüyor. Kiminin gözünü kiminin yüzünü paralıyor, kimini de içeri atıyorlar. İşte Yerli ve Müslüman hükümetimiz, günahı kendileri işliyor cezalarını bize yüklüyorlar.
Malı onlar götürüyor, yükünü siz çekiyoruz. Oturun oturduğunuz yerde diyorlar. Biz ne istersek onu yapacaksınız. Siz kölesiniz, köle konuşmaz köle acıkmaz köle iş istemez, efendisine biat eder. Efendiler günah işler, cezasını köleler çeker. İşte toplumu bu duruma getirdiler. İstiyorlar ki bu ülkenin aydınları konuşmasın, gazetecileri yazmasın, Mühendisler konuşmasın, avukatlar doktorlar konuşmasın, Öğretmenler konuşmasın, işçiler konuşmasın, herkes bize biat etsin. Bizim bu memlekette günah işleme özgürlüğümüz vardır, günah işleriz cezasını siz çekeceksiniz. porsiyonları siz küçülteceksiniz, biz de mallarımıza mal katacağız diyorlar.
Biz diyoruz ki, Mühendisler, doktorlar, öğretmenler, dar gelirli memurlar, dar gelirli esnaflar, işçiler köylüler, faturalar yüksek ödeyemiyoruz acil çare. Onlar çare tek kişinin iki dudağı arasında diyorlar, o da sarayda oturuyor. Oysa saraya yaklaşmak mümkün mü? Çevresini Çin seddinden daha sağlam duvarlarla örmüşler. Orada oturanların tuzu kuru, bizi tanımıyorlar bile, paraları bol, Müslüman ve yerli oldukları için Suudi Arabistan’ı, Katarı çok iyi tanıyorlar, kendilerine baş tacı ediyorlar. 23 Ocak 2015 günü kral Abdullah ölünce, ülkemizde bayraklar yarıya indi, üç gün yas ilan edildi. Ne için kim için? Kimse cesaret edip soramadı bile… Ama Somada 301 maden işçisi toprak altında kalınca, tekme tokat işçileri yerlerden sürüklediler… Tekme Tokat atan Yusuf Yerkel Efendi ödüllendirilerek Frankfurt Başkonsolosluğuna ticari ateş olarak atandı. Bunların insanlara ve işçilere bakışı işte budur. İşçileri yerlerde tekmeleyenler, para kutularıyla hırsızlık yapanlar, başka ülkelere diplomat olarak gönderildiler ve ödüllendirildiler.
Bu gün, üniversiteleri, susturulmuş, meslek odaları susturulmuş, sendikaları susturulmuş, demokratik kitle örgütleri susturulmuş, aydınları susturulmuş bilim adamları susturulmuş gazeteler ve tv ler ele geçirilmiş, yargısı ele geçirilmiş, millet susturulmuş, faşist oligark bir sistem altında ezim ezim ezilmektedir. Onun için bu düzen değişsin istiyoruz. Adil ve eşit bir düzen kurulsun istiyoruz. Milli gelirden eşit pay istiyoruz. Eşit yurttaşlık hakkı istiyoruz, eşit hak hukuk adalet istiyoruz. Biz istiyoruz ki türkülerimiz yasaklanmasın. Türküleri yakanlar yasaları yapanlardan daha güçlüdür diyoruz. Biz bu ülkede özgürce türkülerimizi şarkılarımızı birlikte söylemek istiyoruz, dilimiz yasaklanmasın, şiirlerimiz yasaklanmasın, kitaplarımız toplatılmasın, şiirlerimizi ortakça özgürce söylemek istiyoruz. Biz istiyoruz ki düşüncelerimiz özgürce ifade edilsin, kimse kimseyi dışlamasın, kimsenin kimseyi ötekileştirmediği özgür bir düzen kurulsun. Bu ülkenin bir aydını olarak bunları söylemek en tabii hakkımızdır. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.
Artık bu halk uyandı, yirmi yıl önceki halk değil. Geçirdiği acı tecrübeler onun aklını başına getirdi. Sizin yalanlarınıza inanmayacak maymun gözünü çoktan açtı. Bu halk uyanıyor. Ant olsun, Biz halkla birlikte bu düzeni değiştireceğiz. Ama er ama geç. Üstümüze gaz bombalarıyla, coplarıyla, polisi, jandarmasıyla, tankları toplarıyla, ordularıyla gelseler, bizi hapse atmakla tehdit etseler de konuştuğumuz dilimizi koparmakla, korkutsalar da, bilen bilsin ki hiçbir şeyden korkmuyoruz.
“Kadılar müftüler fetva yazarsa/ İşte kement işte boynum asarsa
İşte hançer işte başım keserse/Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan, korkmuyoruz.
Herkes duysun ve bilen bilsin ki, tarihin çarkı daima ileriye doğru döner. Tarihin çarkını kimse geriye döndüremez. Biz gücümüzü tarihin daima ileriye doğru dönen çarkından alırız. Korkmuyoruz
Tarikat yol demektir. Tarikatlar çıkmaz yoldur diyoruz, bizi bir yere götürmez, bu zihniyet karanlık orta çağ zihniyetidir. Bizi ileri taşımaz, karanlıklara sürükler. Önümüzde iki yol var. Birincisi ülkemizi ortaçağ karanlığına, Arap gericiliğine sürükleyen tarikatlar, diğeri “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir” diyenleri yolu. Bizi ve dünyayı kurtaracak bu ikinci yoldur. “Hayatta en hakiki yol, ilimdir fendir yolu” diyen Gazi Mustafa Kemali’n yoludur. Biz bu yolu yürümekten korkmuyoruz.
YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ
YAŞASIN DEVRİMCİLERİN DEMOKRATLARIN BİRLİĞİ,
YAŞASIN SOSYALİZM…
KORKMUYORUZ.
SAYGILARIMIZLA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder