Mahkemeler,
Hâkimler ve Kararlar
Hepimiz
biliyoruz ki, “Tanrı insanları eşit yaratmıştır,” derler.
Ne güzel bir söz… Ama ne yazık ki doğru değildir.
Gerçekte
durum böyle değildir. Bazı insanlar diğerlerine göre daha zekidir; bazıları
doğuştan daha fazla imkâna sahiptir. Kimimiz daha zekiyiz, kimimiz değil. Kimi
insanlar doğuştan daha fazla imkâna sahip, kimilerinin payına da yoksulluk
düşmüş. Kimi kadınlar örgüyü, dikişi, yemeği daha iyi yapar; kimileri eline
iğne alsa şaşırır. Kiminin sesi pürüzsüz, türküleri dinleyeni ağlatır; kimisi
bir ezgiyi mırıldanmaktan bile acizdir. Kimileri doğuştan yetenekli ressamdır,
kimileri düz bir çizgiyi bile eğri çizer.
Evet, hayat
adil değildir. Ama bu ülkede insanlar yalnızca bir durumda eşit hale gelirler: Mahkeme
salonunda, Hukukun önünde.
Bir zenginle bir yoksulu, bir budalayla bir bilgeyi, Einstein’la bir cahili,
bir kolej müdürüyle bir çobanı eşit gören tek kurum mahkemelerdir — tabii
görevini hakkıyla yaparsa. Mahkemeler, insanlar arasında en üst düzeyde
eşitliğin gözetildiği kurumlardır. Biz öyle biliriz, öyle inanırız. Hukukun önünde herkesin eşit olduğu söylenir;
biz de buna inanmak isteriz. Çünkü mahkemeler, insanın adaletle buluştuğu son
duraktır.
Ama işte o
“son durak” her zaman o kadar güvenli değildir.
Mahkemelerin mutlak dürüstlüğünden, hâkimlerin kusursuz kararlarından söz
edemem. Bunu yaşayarak gördüm. Çünkü bir hâkimin vicdanı ne kadar berraksa,
mahkemenin kararı da ancak o kadar doğrudur.
Bir ülkede
hâkim güvenilirse, mahkeme de güvenilir.
Ama hâkim tarafsızlığını yitirirse, mahkeme artık adaletin değil, iktidarın
kürsüsüne dönüşür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder