20 Şubat 2010 Cumartesi

İNŞAAT MÜHENDİSLERİ NEREYE KOŞUYOR

İNŞAAT MÜHENDİSLERİ NEREYE KOŞUYOR…
Bugün 7 Ocak 2010. İki yıl önceydi. Yine bir küçük kurul düzenlenmişti. O küçük kurulda bulunup dayak yiyenler, kaşı gözü yarılanlar, üstü başı paralayanlar, bıçak darbelerinden kaçışanlar, tasfiye edilenler, küfre ve hakaretlere maruz kalanlar, hazırlanın cenge gidiyoruz. Şaka, şaka… Sakın inanmayın, kongreye gidiyoruz. Bu kongre inşaat mühendisleri odası, Ankara şubesi kongresidir. Türkiye’nin küçük bir penceresidir. Burada görürsünüz Türkiye’yi. Bu kongreye bakıp kendi halimize ağlar mısınız, güler misiniz? Bilemem. Onu size bırakıyorum. Başka kongrelere benzemez bu kongre. Bu kongrede birçok bariler önümüze çıkacak, birçok engellerle karşılaşacağız. Türk tipi demokrasi burada gözler önüne serilecek. Bu bariyerleri aştıktan sonra ancak kongre salonuna ulaşacağız. Çünkü artık inşaat mühendisleri odası, bir meslek örgütü, demokratik bir kitle örgütü olmaktan ziyade, birilerinin çiftliği, mülkü, sarayı, konağı konumuna getirilmiştir. Çiftlik sahibi kendini güvende duyması için önünü bariyerlerle kapatmış, bariyerlerin arkasında bir sarayda, bir konakta sürdürdüğü saltanatından vazgeçmiyor. Deyim yerindeyse konak da ne konak ya… Yaşamaya değer içinde
7 OCAK 2010, TAM İKİ YIL ÖNCEYDİ
Toplantıya katılan İnşaat Mühendisleri anımsarlar o günü. O gün İnşaat Mühendisleri için bir milattır. İnsanoğlu balık hafızalıdır. Olayları tez unutur. İşte o gün olanları anımsarsak, sonraki günlerde de ne olacaklarını tahmin ederiz sanırım. Hani Perşembenin gelişi, Çarşambada belli olur derler ya. İşte öyle bir şey… Bir ilk yaşanmıştı o gün. Sonraki günlerde de ilkler çoğalarak olağan bir duruma geldi. O gün küçük kurul pardon, küçük grubun ellerine geçirdiği toplantıda kendilerine cumhuriyetçiyiz diyen 14 Nisancılar grubu, kendi programlarını okuyacaklardı. Ama okutmadılar. Ne de olsa düşünceye ve ifade özgürlüğüne saygılı çağdaş demokrat mühendislerdi onlar. İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Odanın eski başkanları, eski genel sekreterleri ve onların vurucu timleri, Cumhuriyetçilerin üzerine yürüdüler. Yer yerinden oynadı. Tekmeler yumruklar havada uçuştu. Cumhuriyetçilerin, kiminin kaşını yardılar, kiminin başını… Derken kaş, göz şişirmekte usta olan yetenekli çağdaş mühendisler, Cumhuriyetçileri püskürttüler. Böylece ilk kez İnşaat mühendisleri küçük kuruluna kan bulaşmış oldu. Bundan sonra kan dökülmeler olağan bir duruma geldi. Olaylar hızla çığırından çıktı. Yönetimi elinde bulunduran bu küçük grup, her defasında böyle davranırlardı. Daha önceleri aba altında sopa gösterilir ama açığa çıkarılmazdı. Kol kırılır yen içinde kalır hesabı, kimse bu durumu açığa çıkarmak istemezdi. Her defasında kurbanlık koyun seçer gibi kendilerine delege seçer, kimilerini etnik inançlarından, kimilerini yaşam tarzlarından, kimilerini düşüncelerinden dolayı odadan tasfiye ederlerdi. Yönetimi ellerinden düşürmemek için odaya uğramayan odanın yolunu ve adresini bilmeyen yandaşlarını, yalakalarını sözüm ona askerlerini kendilerine delege seçer, oda yönetimini elde tutmayı başarırlardı. Kendilerine göre bir de gerekçeleri vardı. Faşistler odayı elle geçirecekler aman ha, sessimiz çıkarmayalım. Birlik olalım, tek güç olalım ama yönetim de bizde olsun diyorlardı. Böylece otuz yıldır bu korkuları yaşata yaşata odayı ellerinde tutmayı başardılar. İnşaat mühendisleri odası, öyle bir konuma getirildi ki, artık bir meslek odasından ziyade, bir çıkar grubunun hâkim olduğu bir klüp veya birilerinin çiftliği haline getirildi. Yönetimi ellerinden kaçırmamak için, her yolu mubah sayıyor. Mühendisler, oda toplantılarına sokulmuyor, her defasında kendileri gibi düşünmeyenler kapı dışarı ediliyor, kavga gürültü sokaklara dek yayılıyordu. Medya haberlerinin ilk sırasında yer alıyordu. Git diyorsun gitmiyor, Yeter diyorsun yetmiyor. Yahu bela mısın? On yıldır baştasın. Bırak, biraz da başkaları yönetsin odayı diyorsun. Yo, olmaz diyor, gerekirse bela olurum, gerekirse kan dökerim, yine de burada bir adım öte gitmem diyor. İlle de ben olacağım diyor. Artık herkesin odası olmaktan çıkan bu oda... Birilerinin otağı, saltanat sürdürdüğü köşkü haline gelmişti. Oysa kendilerine çağdaşız, devrimciyiz, demokratız diyorlardı. Uygulamalara gelince hiç de öyle olmadıkları görülüyordu. Üyelere çağdaş davranılmıyor çağdışı davranılıyordu. Üyeler dövülüyor, yaralanılıyor her defasında sopanın ucu gösteriliyordu. Devrimciyim diyor ama ismen devrimciydiler. Kimileri CHP’nin kuyruğundan ayrılmıyor, CHP ‘nin en tutucu kanadı olan Eşraf Erdem ( sonradan CHP den istifa etti) Önder Sav’ın kapısından ayrılmıyorlardı. Hatta CHP de belediye başkanı olup CHP liliğini gizleyenler, odaya gelince Devrimci ve Devrimci yolcu geçiniyorlardı. Oysa ne devrimcilikleri vardı, ne yolculukları
ÖNCE ARINACAK MIYIZ? ARANACAK MIYIZ?
Arınmakta nerden çıktı? Şimdiye dek ayak oyunlarından, çelme takmalardan, Ali Cengiz oyunlarından kim arınmış ki biz de arınalım. Elbette arınmayıp aranacağız. Hem de polis barikatını aşacağız. Bunun için önce polis tarafından aranacağız. Gerçi bugüne dek, böylesi bir olayla karşılaşmamıştınız. Belki size tuhaf da gelebilir. Artık kendimizi alıştıracağız bunlara. Başbakanımızda hazmettire hazmettire her şeyi bize hazmettirdi. Anlaşılan biz de oda yönetiminin her uygulamasına alışmak durumundayız. Kongreye giderken ilk kez Fet tipi örgütlenen Polis barikatında durdurulacağız. Polisler üstümüzü başımızı arayacak kimliğimize bakacaklar. Kendimizi kanıtlarsak. Onlar onay verdikten sonra ikinci bariyere takılacağız.
İkinci bariyer, İnşaat mühendisler odasının paralı güvenlik birimi “İMO GÜVENLİK” üstümüzü başımızı arayacak. Kimliğimiz kontrol edilecek, kendimizi onlara da kanıtlayabilirsek, üst komuta kademesinden de onay alındıktan sonra içeri girmemize izin verilecek. Bu kez üçüncü bariyere takılacağız.
Üçüncü bariyer, yönetimin tutmaları olacaktır. Yani yöneticilerin gizli korumalarıyla karşılaşacağız. Onlar gözümüz üstünde kaşımıza bakacaklar, tipimize bakacaklar, eğer tipimiz onların hoşlarına gitmiyorsa, kongreye girmemize engel olacaklar, kaşımız ve gözümüzde darp yarası arayacaklar, eğer darp yarası varsa, bilecekler ki o darp yarası kendileri tarafından daha önce açılmıştır. Bizleri kongreye almayacaklardır. Bir daha bizleri darp etmeye kalkışacaklar ve bizleri kovmak isteyecekler orada. Biz direnecek olursak yine tekmeler ve yumruklar havada uçuşacak. Yine kaşımız gözümüz şişirilecek. Belki yerlere düşürülecek ve beyin kanamasından gideceğiz. Belki de birilerinin bıçak darbesiyle yaralanacağız, en yakın hastaneye zor yetiştirileceğiz. Onlar, kongrenin demokratik bir havada geçtiğini, kongrenin selameti için bunu yaptıklarını söyleyecekler. Böylece çağdaş ve demokratik bir kongre yaptıklarını söyleyip mühendislerden oy alacaklar. Elem edip, kulem edip yine yönetimi ele geçirecekler. Bize de avucumuzu yalamak düşecek. Buna da çağdaş demokratik İnşaat mühendisleri seçimi kazandı diye tafra üstüne tafra atacaklar. Onları baş tacı edeceğiz velhasıl. .
ONLAR CUMHURİYET MİTİNGLERİNE KARŞI, AKP YANDAŞLARIYDI
Onlar, Cumhuriyete karşı, demokrasiye karşı, laik anti laik tartışmalarında taraf olmayacağız deyip 14 Nisan mitinglerine karşı çıkan AKP nin safında yer alan yolsuz kalmış devrimciler değil miydi? Laik olunmadan nasıl demokrasi savunuculuğu yapılırdı onu da bilmiyorum. Her halde Malezya veya İran tipi bir demokrasi istiyorlardı. Çünkü AKP böyle bir demokrasi istiyordu. Oysa gün AKP ye karşı birleşme günüydü. Gün toparlanma, güç birliği etme günüydü. Cumhuriyet mitinglerini sabote edip AKP iktidarının ekmeğine yağ sürmenin günü değildi. AKP kendine karşı baskı grubu oluşturacak tüm güçleri ve muhalefeti dağıtmış, devlet kurumlarını ele geçirmiş, emniyette örgütlenmesini tamamlamış, dinleme ağlarıyla aydınları ilericileri dinleyerek bir korku imparatorluğu yaratmıştı. Toplumun üstüne sanki ölü toprağı serpilmişti. Kimse sesini çıkaramıyordu. Bütün kurumlar ele geçirilmiş, bütün köşe başları tutulmuş, Üniversiteler ele geçirilmiş, yargı baskı altına alınmış, cumhuriyet kazanımları birer birer yok ediliyordu. Hatta AKP bakanlarını ve Üniversite rektörlerini Malezya da getirtiyor, Türkiye, hızla karanlık bir yöne doğru adım adım sürükleniyordu. İşte devrimciler, devrimci geçinenler bu gerçeği göremiyorlardı. Tıpkı Iranda olduğu gibiydi ülkemiz. O gün İran’da demokratlar, devrimciler Tudehin Komünist partisi üyeleri dahil Humeyni’ye inanmış, ülkeye gerçek demokrasi gelecek diye Humeyni’ye alkış tutuyor, Humeyni’yi demokrat sayıyorlardı. Çok geçmeden gerçekler su yüzüne çıkmıştı. Bir gecede bir milyon insan vinçlerin ucuna asılarak öldürüldü. Ve İran’daki rejim, bugünkü halini aldı. Şimdi Tayip Erdoğan’a inanıp AKP nin iktidarda kalması için, onu demokrat bilip etrafında toplananlar, AKP nin iktidarda kalmasını isteyenler, her kolda ona hizmet verme yarışına giriyorlar. Oysa bizim en zayıf anımız düşmanın en güçlü anıydı.
Odamız yöneticileri ne yazık ki, bu gerçekleri göz ardı ediyor, dışarıda yolunu kaybedip odada yolunu bulmaya çalışıyorlardı. Bunlar rüzgâra göre kendilerine yön veren rüzgârgülü devrimcilerdi. Günün adamıydılar onlar. Bunlardan kimileri Mustafa Sarı gülün otobüsüne binip televizyon ekranlarında boy gösteriyor, öğleden önce Sarıgül’ cü, öğleden sonra CHP nin kapısında en tutucu kesimin peşinden koşturuyor, bir yerlere belediye başkanı olmayı hedefleyerek kendilerine yol bulmaya çalışıyorlardı. Akşam, odaya geliyor, küçük kurulda ahkâm kesip, mangaldan kül bırakmıyor, devrimci yolcu kesiliyorlardı. İşte böyle kişilerdi onlar. Biz, bunlar tarafından yönetiliyorduk. İpin ucunu kaçırmıştık bir kez. Bunlar odayı önce kamuoyunda etkisiz hale getirdiler. Sonra da üyeleri tarafından etkisizleştirdiler. Böylece odayı mesleğinden ve meslektaşlarından uzaklaştırdılar. Etkinlikleri sönük, eylemleri duyarsız bir hale gelmişti. Bir eyleme ancak iki elin parmakları sayısında kişi katılamıyordu dahi. Şimdi tekrar bu odayı mühendislerin odası haline nasıl getiririz onu da bilemiyoruz.
Biz kimseyi şu partide veya bu partidedir diye eleştirmiyoruz. Kendi düşüncelerinde kararlı, gerçek partililere, gerçek düşüncelilere saygımız sonsuzdur. İnsanlar devrimci yolcu, komünist veya faşist de olabilirler. Düşüncelerine, politikalarına saygı duymamak olası değil. Sözümüz, akşam bir partide, sabah uyandıklarında başka partide bayrak sallayanlar, odaya gelince de keskin dev yolcu kesilenleredir.
PUTİN POLİTİKASI
Bu meslek odasında, hiçbir zaman devrimcilere yer olmadı. Hep çıkar hesapları öne çıkarıldı. Sürekli tasfiyeler yaşandı. Eli sopalılar güçsüzleri ezdi geçti. Sopayı gösterenler yönetimde yer aldılar. Oda yöneticileri bugüne dek hiçbir zaman demokrat da olamadılar. Kimse özgürce kendini ifade edemedi. Hep karşılarında eli sopalı insanlar gördü. Kendilerine devrimci dediklerine bakmayın. Şöyle ki bir oda başkanı, üç dönem, her dönem iki yıl oda başkanlığı yaptıktan sonra, tekrar sil baştan yine Küçük kurul başkanlığına neden başkanlık ederdi. Hani Rusya’ da devlet başkanı PUTİN, devlet başkanlığını Dimitri Medvedev bırakmıştı ya… İşte bizim gizli oda başkanımız, Putin’i kendisine örnek seçip o yolu takip ediyordu. Anlaşılan oda yönetiminde kalmayı çok seviyordu. Bu nedenle SERDAR HARP'İ kendisine halef seçmişti. Amaç, bir sonraki dönemde yine tek adam olarak oda başkanı seçilmek niyetindeydi. Bu nedenle seçim dönemine dek, tüm ipleri elinde tutması gerekiyordu. Ne de olsa Türkiye’de tek adam devri vardı. Deniz Baykal tek adamdı. Her şeyi elinde tutuyordu. Tayip Erdoğan tek adamdı, her şeyi elinde tutuyordu. Devlet Bahçeli tek adamdı, her şeyi elinde tutuyordu. Taner Yüzgeç neden tek adam olmasın. Taner Yüzgecin nesi eksikti onlardan. Küçük kurul başkanı kim? Taner Yüzgeç, Danışma kurulu başkanı kim? Taner Yüzgeç, Birlik temsilcisi kim? Taner Yüzgeç, Birlik onur kurulu üyesi kim? Taner Yüzgeç. Yüz bin üyeli inşaat Mühendisler odasında ve hepsi üniversite mezunu, devleti ve nice hükümetleri yönetecek kadar yetenekli insanlar varken, neden yönetim tek adamın eline bırakılıyordu. İşte oda politikası buydu. Yani ülke politikasından soyutlanamıyordu bir türlü. Hep ayak oyunları, hep çıkar hesapları öne çıkıyor, bizi bu hallere düşürüyordu.
UYGULANAN KEDİ POLİTİKASIYDI: Gelelim 11 Haziran olayına… Yine küçük kurul, yani küçük grubun toplantısı olacaktı. Bu toplantıda eleştirilere tahammülsüzlüğüyle tanınan küçük kurul, pardon küçük grup başkanı bir kez daha tahammülsüzlüğünü göstermiş eleştirilere gelememişti. Hani kedi politikası var ya… Kedi hem üste çıkar, hem de bar bar bağırırdı. Küçük grup başkanının rahatı bozulunca bağırmaya başlamıştı. Dışarıdan getirdikleri eli bıçaklı ve sopalı kişilerle daha önce ittifak kurdukları grubun mühendislerine saldırdılar. Kimini bıçak darbeleriyle yaralayarak, kiminin kaşını gözünü yararak, kiminin de üstünü başını yırtarak püskürtmeye çalıştılar. Kavga gürültü sokağa yayılınca, çareyi iktidarın fet tipi örgütlenen polislerini çağırmakta bulmuşlardı. NEREDEYSE ÇEVİK KUVVET ÇAĞIRILACAKTI. Oda tarihinden böylesi görülmemişti. Bu durum medyaya yansıyınca medyada kaçarak bir açıklama yapma cesaretinde dahi bulunmamışlardı. Yandaşları ve yalakaları tek ağızda saldırganlaşarak kendilerini aklamaya çalıştılar. Ancak kendi çöplüklerinde birer açıklamayla yetindiler. Sonraki günlerde de Küçük Kurul yani Küçük grup bazen yapılmadı. Bazen de gizli olarak varlıklarını sürdürmek zorunda kaldı. Yani yine kavga gürültüyle, bir tasfiye olayı daha yaşanmıştı. Söz yerindeyse İMO yönetimi yine çağdaş olmamış, yine en azında demokrat dahi olamamıştı.
HEP AYNI TAS, AYNI HAMAM: Bir önceki yıllarda da bunlar böyleydi. Hep aynı tas aynı hamamdı. Ara sıra tellakları değişiyordu. İnsanları inançlarına dek sorguluyor, görüşleri düşünceleri inceleniyor bu bizdendir, bu bizden değildir diye kendilerine asker olanları tercih ediyor ve oda yönetimini elde tutmayı başarıyorlardı. Bunları konu ettiğimiz zaman odaya göbeğinde bağlı olanlar veya odada beklentisi olanlar yok! yok! Böyle bir şey yapamazlar. Burası devrimci demokrat ve de çağdaş bir örgüttür. Hani Nasrettin hocanın, karısı için söylediği bir söz vardır. Siz onu gelin bir de bana sorun. Sevsinler böyle çağdaşlığı, böyle devrimciliği. Bunu diyenlere: Aziz Nesinin “Ah Biz Eşekler” öyküsünü okumalarını öneririm.
KİMLERDİ, BU YÖNETİME DESTEK ÇIKANLAR?
Madem bunlar böyle yapıyor? Neden sürekli hep onlar iktidar oluyorlar? Demek oda yönetimi sağlam ellerdedir diyorlardı. Doğrudur. Hani herkes AKP de şikâyetçi, ama AKP neden, hep çoğunlukla iktidara geliyor? Diye sormadan duramıyorlar. Sormaktan da haklılar. AKP yandaşlarına kömür, çay şeker, gıda paketleri dağıtıyor, yandaş medyayı besliyor, gazetesini çıkarıyor, Amerika’dan destek alıyor. Yeşil sermayedarlar yaratıp onlardan destek buluyor, dinleme ağı kurmuş kim ki aleyhinde söz söylerse veya bir yazı yazacak olursa Ergenekoncudur diye içeri tıkıyor. Dışarıda yardım ve destek alıyor, din iman diyor götürüyor malı. Şimdi de kurumlar arası savaşı başlatmış sürekli gündemi değiştiriyor yeni gündemler yaratarak her gün kıyametler yaşatıyor. Hep de mağdurlara oynuyor. Bakalım sonu nereye varacak bu işin. Galileo’nun dediği gibi ( O ülke ki kahramanlara muhtaçtır.) Ben de diyorum ki o ülke ki kahramanları satılmıştır.
Peki, İnşaat mühendisleri yönetimi ne yapıyor? Farklı bir şey mi yapıyor. Yo, O, da başka şeylerle oyalıyor mühendisleri. Çağdaşlığı, Demokratlığı, Devrimciliği iyi kullanıyor, ağzından eksik etmiyor bir türlü.
1- Eskide Kurmay Heyet diye gizli bir grup vardı odada. Pek ortalarda görünmezdi. Kurmay heyet, aspirin gibi her derde devaydı. Şimdi de ortalarda görünmüyorlar, ama yine de gizli gizli varlıklarını sürdürüyorlar. Otuz yıldır odayı ellerinde bulunduran bu grup tasfiye olunmadı bir türlü. İşte o grup yönetimi elden kaçırmamak için kendilerine şimdi bir genelkurmay başkanı seçmişler. Seçtikleri bu genelkurmay başkanı vasıtasıyla istediklerini yapmakta ve yönetimi ellerinden düşürmemeye çalışmaktadırlar.
2- Oda Danışma Kurulu diye bir bileşeni vardır odanın. Sanki Teknik Danışma Kurulu değil, maşallah odanın Turizm Danışma Kuruluymuş gibi çalışıyor. Nedense, toplantılarında hep turistik yerleri tercih ediyor. Van’dan İstanbul’a, Adana’dan, Trabzon’a yani söz yerindeyse Türkiye’nin iç turizmini canlandırıyorlar. Hani AKP ye göre krizi aşmanın bir yolu da iç turizmi canlandırmak vardı ya... Altmış kişilik danışma kurulu ahbap çavuş ilişkileriyle 105 kişiye çıkartılmış, bunlara bir de eşleri dâhil olunca 160 kişilik turist kafilesi oluşmuştu. Yurdun bir ucundan diğer ucuna turistik kentleri birler birer dolaşıp beş yıldızlı otellerde yiyip içmekte, harıl harıl odaya hizmet vermektedirler. Şu kriz ortamında çalışan mühendislerden daha fazlası işsizken ve mühendisler bir simitle kahvaltı yaptıkları umurlarında değildi. Bu durumu görmezden geliyor, 160 kişilik kafileyle beş yıldızlı otellerde ağırlanıp üyelerin verdiği aidatlarla sefa sürüyor, kutsal bir görev yaptıklarını söylüyorlardı. Ama bir bakıma da doğru yapıyorlardı. Her toplum layık olduğu yönetimlerle yönetilirmiş. Biz Mühendisler de, kendimize bunları layık görüyor böyle yönetiliyorduk. Hem de demokrat, devrimci, çağdaş bir anlayışla avutuluyorduk. Kim bir şey diyebilirdi. Desinler de alsınlar ağızlarının paylarını. Hemen kaşı gözü şişirilmez miydi o an? Bu turizm hareketinin bilançosunu bilen var mıydı? Tabi kitabına uydururlardı hesabını! Muhasebecileri ne güne dururdu. Kendi seçtikleri denetim organları bunun yanlış olduğunu mu söyleyeceklerdi. Hadi canım sende… Acaba 160 kişilik turist kafilesi, Türkiye’nin batı ucundan, doğu ucuna, güney ucundan kuzey ucuna uçak biletleriyle yanında eşleriyle beş yıldızlı otellerde kalmak kaça mal olmuştu. Bedeli ne olmuştur diye sorsak mı sormasak mı? Yok! Yok! Ayıp olur sormayalım. Keyiflerini kaçırmayalım beylerin, çünkü beyinleri çağdaş değiller, ama çağdaş yaşamasını biliyorlardı. Yesin, içsin yan yan yatsınlar umurlarında mıydı dünya. Bu dünyada ben bir şey görmedim. Durup dururken başıma iş açacak değilim. Yapanların yanında kâr kaldığını, bilmeyen mi vardı. Söyleyenlerin başının belada olduklarını bilmiyor muydum sanki? Boş ver koyuver gitsin.
Ankara’da ki kongre salonlarında su çıkmıştı mübareklerin. İşte buna Oda Danışma Kurulu diyeceğimize, Oda Turizm Danışma Kurulu desek daha doğru olmaz mı? Bunlar da yönetime tam destek olanlar değil miydi?
3- Bilirkişiler.
A – Kamulaştırma bilirkişileri
B –Teknik bilirkişiler,
C-Odanın kendi bünyesindeki bilirkişiler: Odanın dağıttığı bu ulufeyi almayıp, oda yönetimine tam destek olmayacaklar da, bana mı destek çıkacaklar. Git işine, bela mı arıyorsun durup dururken. Devir, çıkar devri, devir hesap devri demiyorlar mıydı?
2008 yılında, şube kongresinde kapalı kapılar ardında yapılan delege seçimlerinde, emek verdikleri halde, hani inançlarından veya yaşam tarzlarından dolayı delege seçilemeyen arkadaşlar, şube yönetimine başvurduklarında:
“Sizi bilirkişiliğe seçtik ya… Daha ne istiyorsunuz? Diye yanıtlamışlardı onları. Yani bir parmak bal sürdük ağzınıza, susun sustuğunuz yerde. Ama diğer taraftan kimileri var ki, yirmi yıldır bilirkişi seçilirler, nedense onlara kimsenin dediği bir şey yok. Oysa yirmi yılda kişiler kurumlarda emekli oluyorlardı. Sanki onların dokunulmazlıkları vardı. Onlar hem bilirkişi seçilir, hem delege seçilirlerdi. Bazıları da 10 yıl eşleri bilirkişilik yapar, eşleri yorulunca kendileri girerdi devreye. Bir on yıl da kendileri bilirkişilik yaparlardı. Onlara da kimsenin diyeceği olmazdı. Çünkü onlar kuzudur kuzu, her yöne her yola gelirlerdi. Onlar her dönemde hem delege seçilir, hem bilirkişi olurlar. Yani bilirkişilikler de, yönetim tarafından ulufe gibi dağıtılan yandaş bir bileşen değil miydi?
4- Kızını oğlunu veya yandaşlarını odaya yerleştirenler ne güne dururlardı? Onlar da oda yönetimini eleştirecek değillerdi ya… Onlar tutmuşlar bir yağlı kuyruk bırakmaları olası mıydı? Şimdi onlar yönetime tam destek olmayıp, kime destek çıkacaklardı.
5- Oda yönetiminde başka beklentisi olanlar da yok değillerdi..
6- 1961 anayasasında tabii senatörlük diye bir şey vardı Büyük Millet Meclisinde. Onlar sürekli senatördüler. Yani 27 Mayıs darbesini yapanlar 1961 anayasasında kendilerine bir dokunulmazlık zırhı oluşturmuşlardı. Sürekli senatördü onlar. Değişmeleri yine bir darbeyle olmuştu. Bizim oda yönetimi de kendilerinin hazırladıkları yönetmeliğe göre, kendilerine bir ayrıcalık tanımışlardı. Kendi hazırladıkları yönetmeliğe göre, oda başkanları, oda genel sekreterleri ölünceye dek sürekli danışma kurulu üyesi sayılırlardı. İşte bu saygın akil adamlar da oda yönetimine tam desteğini esirgemeyenler değil miydi? İşte çıkar ilişkiler ağı, o kadar iç içe geçmiş ki geçirimsiz bir malzemeye dönüşmüş, ayırmak olası değil. Şimdi soruyorum sizlere bunların var mı AKP den farkları?
Bu örnekleri daha da çoğaltmak olası v s. Kusura bakmayın başınızı ağrıttım. Bu seferlik bu kadar… Başka yerde, başka zamanlarda buluşmak üzere, şimdilik kalın sağlıcakla 7 OCAK 2010

HASAN ÇERÇİOĞLU
İnşaat Mühendisi

Sayın Eroğlu Özcen Artı İvme dergisi... Teşekür ederim.Elbette yayınlanmak üzre derginize gönderdim. Daha çok okunsun daha çok bilgilensin mühendisler.Gerçekleri görsünler. Ak keçi kara keçi belli olsun yar başında.İnşaat mühendisler odasını devrimci çağdaş bir odadan ziyade, birilerinin keyfini sürdürdüğü bir klüp haline getiren bu kadro çekilmesini bilmeli. Çıkar hesaplarına dayalı düzenlerini sürdürenlere, mühendisler gerekli yanıtı vermeli. Eğer, bu oda çağdaş demokrat mühendislerin odası olacaksa gerçekten çağdaş, devrimci, demokrat bir yapıda yaşamını sürdürmeli. Yoksa boş koltuklara panel düzenlemek, on parmaktan daha az mühendisin eylemlerine katıldığı bir oda, mühendislerin odası olmamalı. Tek maaşlı veya eşlerini iş kazasında kaybeden bir mühendisin oğluna veya kızına bir burs vermeyi aklından geçirmeyen bir oda yönetimi, danışma kurulunu topluyorum diye yanında eşleri yandaşlarıyla 160 kişilik türüstik geziler düzenleyip, Ülkenin bir ucundan diğe ucuna uçaklarla ve beş yıldızlı otellerde eğlenme hakkını kimden alıyorlar. Sayıları Yüz binleri bulan ve hepsi üniversite mezunu olan bu odanın yönetimi böyle mi davranmalıydı? Hem de çağdaş ve devrimcilik adına... Veya bir etkinliği düzenlerken etkinliğin sonrasında etkinliği kalabalık göstermek için kokteylerle odaya canlılık gelmez. Bu olsa olsa kendi kendilerini kandırmış olurlar. Saygılarımla 12.01.2009 HASAN ÇERÇİOĞLUİNŞAAT MÜHENDİSİ

Hiç yorum yok: