MEZARI BAŞINDA YAPTIĞIM KONUŞMA
MUZAFFER İLHAN ERDOSTU ANDIKBUGÜN 25 ŞUBAT 2023 ÖLÜMÜNÜN 3. YILINDA MUZAFFER İLHAN ERDOSTU SAYGI İLE ANIYORUM.
Eylül ayı denilince felaketler aklımıza gelir. İstanbul’da gayrimüslimlere yapılan 6-7 Eylül olayları aklımıza gelir. Eylül ayı denilince, Pentagon generallerinin bizim çocuklar yaptı denilen 12 Eylül darbesi aklımıza gelir, onlarca insanımız asıldı, yüz binlercesi gözaltına alındı, Yüz binlercesi askerî mahkemelerde yargılandı, Milyonlarcası fişlendi.
O önderimiz, bilgemiz, yol göstericimizdi. O Muzaffer İlhan Erdost’tu. Türkiye İnsan Hakları vakfının kurucusu, ölünceye dek başkanlığını yürüttü. Önce sol, sonra Onur yayınevini kurdu. Ölümünden bir hafta önce Vakıfta toplanmıştık. Bize İlhan hakkında Avrupa insan haklarına yapacağı başvurudan bahsetti. Böyle davalarda zaman aşımı olmaz demişti. O hep İlhanın davasıyla ilgilendi. Ama davanın sonuçlanmasına ömrü yetmedi.
12 Eylül işkencelerinden geçmişti Muzaffer İlhan Erdost. Mamak askeri cezaevinde bir astsubay yanında dört askerle onların bulunduğu odaya giriyor, İbrahim adındaki er, belli ki hiçbir şeyden haberi yoktu. Dünyanın döndüğünden de haberi yoktu. Ona ne söylemişlerse onu yerine getiriyordu. Erdost’lara görüşlerini soruyor “Sol” yanıtını alıyor, Bu yanıta başını sallıyor İbrahim Keskin. Bu baş sallayış sola solculara duyulan bir nefretin bir kin’in bir intikamın öfkesiydi. İki er önde, iki er yanlarında ellerinde çantalarla çıkıyorlardı merdivenli odadan. Kapı çıkışı boşluğunda eşyalarını aramak bahanesiyle Erdostlar, durduruluyor. Erler aralarında görev iş ve bölümü yapmışlar gibi iki er İlhan’ın başına, iki er de Muzaffer’in başlarına indiriyorlar copları, tekme tokatlarla ve dipçiklerle girişiyorlar!… Başlarında astsubay Şükrü Bağ film seyreder gibi izliyordu onları.
“On yaşındaki bebeleri zehirlediniz, içerisi sizin zehirlediklerinizle dolu ”diyordu Şükrü Bağ. Onlara göre okumak, öğrenmek, aydınlanmak hele solcu olmak zehirlenmekti. İlhan daha eşyalarını toplarken, erler Muzafferin kollarından çekip;
“ Haydi, arabaya” diyorlar. Muzaffer tekme tokat ve coplardan kurtulmak için kapı çıkışına, arkası yaklaştırılmış cezaevi arabasına bir an önce binmek istiyor. Bu arada arabanın arka basamakları içeri doğru eğrilmiş çekme halat kancasına basarak kendisini arabanın içine atıyor, iç bölümde sol yandaki sıraya oturuyor… Yine dışarıda tekme tokat sesleri duyuluyor. İlhan bir an önce içeri giriyor Muzafferin karşısına sağ köşeye geçip oturuyor. İki kardeş acı acı birbirlerine bakıp gülümsüyorlar… Bakışlarında acı vardı, hüzün vardı, çaresizlik vardı. Yanlarında dört asker, içerde emri böyle almışlardı.
Mamak’ta çığlıklar yükseliyordu. Çığlıklar dalga dalga dağları tepeleri aşarak tüm ülkeye yayılıyordu. Bu çığlıklar kardeşin kardeşe değil, kardeşlerin tüm insanlığa duyurmak istediği çığlıktı..
“Uyuyan küçük kızımı uyandırmaya kıyamadan buraya getirdiler bizi, dövdürmeyin komutan “ diyordu İlhan. Başçavuş durdurmadı dövenleri, emir üstüne emir yağdırdı onlara. Emir alan dört er, vur deyince öldüresiye dövüyorlardı İlhan ile Muzafferi.
“Ölüyoruz yeter artık dayanamıyoruz” diyordu İlhan. Kim dinlerdi İlhan'ın çığlıklarını… Çığlıklar Mamak’tan yükselip Çorum’dan, Kahraman Maraş’tan, Sivas’tan, kopartılan çığlıklara karışıyordu. Aynı çığlıklar gökyüzünde salkım saçak tüm ülke sathına yayılıyordu. Koğuş kapısına beş adım kala geride yeniden sesler duydular. Bu sesleri duyar duymaz hızlandılar,
“Kaçma it oğlu kaçma” diyerek geride gelip kapı boşluğunda yetiştiler, İlhanla Muzaffer’e… İlhan yüzükoyun yere düştü. Kaşını bir taşın kıyısına vurdu. Öyle kaldı. Yavaş ve güçlükle doğruldu. Sonra koğuşa zor girdiler. Kısa bir süre öyle kaldılar. Koğuşta ranzaya öyle uzattılar. İlhan’ın yüzü gözü kan içindeydi.
“Nefes alamıyorum” diyordu İlhan. Bu, İlhan’ın son sözüydü. İşte İlhanla Muzafferin başlarına gelenler. İlhanı öldürdüler, Muzaffer yaralı olarak çıkabildi. Muzaffer yılmadı, direndi, göğüs gerdi bilimsel sosyalizm yayınlarını yayınlamaktan geri kalmadı. İlhan’ın adını kendi adına ekledi. Muzaffer İlhan Erdost olarak adlandırdı kendini. Kitap evinin adını da İlhan ilhan Kitabevi olarak değiştirdi. Ölünceye dek bu adlarla yaşadı, hiç geri adım atmadı.
Dereler ki; Büyük insanlar öldüklerinde İskenderiye Kitaplığı bir daha yıkılır. Onlar kafalarında binlerce anıyı, bilgiyi, şiiri, hikâyeyi anekdotu yanlarında götürürler. Biz kalanlar biraz daha eksiliriz, biraz daha yoksullaşırız. İşte böyle bir zamanda bilgeler ve önderler için yas tutulmaz, Ancak onların yolundan yürünür. Fikirlerinden ve düşüncelerinden yararlanılır.
Muzaffer, sosyalizm yolunda klasikler yayınladı ve ölünceye dek mücadelesini sürdürdü. Marksist ve sosyalist klasikler en çok okunan kitaplar oldu. Türkiye ezilen halkların işçi sınıfının uyanmasından örgütlenmesinden Muzaffer İlhan Erdost’un büyük rolü vardır. Biz solcular aydınlar solu sosyalizmi onun eserlerinden öğrendik. Sosyalist eserler onun bize bıraktığı bir mirastır. Biz o mirasa sonuna dek sahip çıkacağız. Muzaffer İlhan Erdostu hiçbir zaman unutmayacağız. Ruhu şad olsun. Hepimizin başı sağolsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder