9 Kasım 2025 Pazar

BİLİM SANAT VE EDEBİYAT

 

Değerli yoldaşlar,

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Derneğimizin adı “Bilim, Sanat ve Edebiyat Derneği’dir. Ancak bilimin yüzü çoğu zaman soğuk görülür; ülkemizde de bilime sıcak bakıldığını söylemek zordur. Bilim insanlarımız, kendi alanlarında başarı gösterebilmek için çoğu zaman ülke dışına çıkmak zorunda kalmışlardır. Örneğin Nobel Ödüllü Aziz Sancar Amerika’da; koronavirüs aşısını geliştiren Uğur Şahin ve Özlem Türeci ise Almanya’da çalışmalarını başarıyla sürdürmüşlerdir.

Derneğimizin adında “bilim” ilk sırada yer almasına rağmen, ülkemizde bilime karşı olan mesafe derneğimize de yansımış; üyelerimiz de bilime benzer bir soğuklukla yaklaşmıştır. Tesadüfen bilim üzerine bir sunum görevi bana verilmişti. Ancak yönetimden dört-beş kişi, iki müzisyen, eşim, kardeşim, oğlum ve 13 yaşındaki torunum gelmişti. Yani on kişi bile değildik. Çünkü sıradan bir şairin şiirini dinlemek varken, Hasan Çerçioğlu’nun Sokrates’in bilim anlayışını, Eflatun’un demokrasi düşüncesini ya da 2050’de Ay’da, 2100’de Mars’ta kentler kurulacağını, yakın gelecekte hasarlı genlerin yenileriyle değiştirileceğini, yeni bir insan tipinin ortaya çıkacağını, insan ömrünün 350–400 yıla uzayabileceğini anlatan bilimsel bir sunumu kim dinlemeye gelirdi ki? Oysa bunlar hayal ya da ütopya değil; bilimsel gerçekliklerdir.
Buna karşılık, sıradan bir şiir günü düzenlenseydi salon tıklım tıklım dolardı; hatta salon dar gelir, şairler Mülkiyeliler Birliği salonuna akın ederlerdi.

Bu yüzden derneğimiz bir şairler derneğinden öte yol almamıştır.  Ağırlığı şiire vermiştir. Üç kişiden beşinin kendini şair ilan ettiği bir ülkede elbette bilim değil, şiir öne çıkacaktır. Etkinliklerin yüzde doksanının şairlere ve şiire ayrılmasının nedeni de budur. Bilime, romana, öyküye, tiyatroya neredeyse hiç yer verilmemiştir.

Oysa edebiyat denildiğinde ilk akla roman gelir; ardından öykü ve tiyatro gelir. Buna rağmen derneğimiz roman, öykü ve tiyatroya uzak durmuş; bu alanlara neredeyse hiç yer ayırmamıştır. Dünya edebiyatına baktığımızda Cervantes’in Don Kişot’u, Defoe’nun Robinson Crusoe’su; Gorki, Gogol, Tolstoy, Çehov, Dickens, Austen, Conrad, Wilde, Balzac, Victor Hugo, Flaubert, Stendhal, Maupassant, Zola gibi yazarların bıraktığı eserler edebiyat değilse nedir? Bunları nereye koyacağız; bunları niçin okuyoruz?

Türk edebiyatında da Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı, Yaşar Kemal’in İnce Memed’i, Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde’si, Kemal Tahir’in Devlet Ana’sı, Yakup Kadri’nin Yaban’ı, Halit Ziya’nın Aşk-ı Memnusu edebiyattan başka nedir?

Hikâyeciliğimiz de güçlüdür. Dede Korkut Hikâyeleri’nden başlayıp Sami Paşazade Sezai’den Sait Faik’e; Sabahattin Ali’den Kemal Tahir’e; Orhan Kemal, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, Tarık Buğra, Oğuz Atay, Adalet Ağaoğlu ve Füruzan’a uzanan bir zincirimiz var. Bunlar edebiyat değilse nedir?

Edebiyatın temel taşlarından biri de tiyatrodur. Derneğimiz, romanda ve öyküde olduğu gibi tiyatroda da eksik kalmıştır. Oysa Lüküs Hayat, Cibali Karakolu, Kanlı Nigar, Yedi Kocalı Hürmüz, Paydos, Keşanlı Ali Destanı, Şair Evlenmesi, Toros Canavarı, Köşe Başı, İstanbul Efendisi ve Fehim Paşa Konağı gibi eserler tiyatromuzun köşe taşlarıdır.

Derneğin adı “Şairler Derneği” ya da “Ozanlar Derneği” olsaydı kimse bir şey demezdi. Ancak “Bilim, Sanat ve Edebiyat Derneği” adını taşımak; ismini aldığı alanlara eşit mesafede durmayı gerektirir.

Edebiyatın temel konularından olan savaşlar, barış, göçler ve doğal afetler gibi meselelere de hiç yer verilmemiştir.

1. Savaşlar ve Barış

Güneyimizde ve kuzeyimizde bazı ülkelerde iç savaşlar, bazılarında ise emperyalist savaşlar sürüyor. Bu savaşlar zaman zaman ülkemizi de tehdit edecek kadar yaklaştı. Savaşlar toplumları olduğu kadar edebiyatı da derinden etkiler. Bizde Kurtuluş Savaşı’nın; dünyada Tolstoy’un Savaş ve Barışının etkisi ortadadır.

Bilim, Sanat ve Edebiyat Derneği olarak bu konuda da yeterince duyarlılık gösterilememiştir.

Tarih boyunca “Tanrı adına” hareket ettiğini iddia eden güçlerin dünyayı kana buladığına şahit olduk. Naziler’den Hiroşima ve Nagazaki’ye; bugün Gazze, Filistin ve Ukrayna’da yaşananlara kadar aynı dehşet sürüyor.

Peki, insanlık savaşa karşı ne yapmalı? Edebiyatın görevi nedir?

Latin Amerika halkları gibi hissetmeli; Afrikalı gibi düşünmeli; Afgan, Iraklı, Suriyeli, Gazeli gibi savaşı yaşamalı—kısacası insan olmalıdır. Kapitalizmin ve emperyalizmin yıkıcılığına karşı durmak artık kutsal bir görevdir ve bu görev kültürün, sanatın ve edebiyatın da görevidir.

ABD uçaklarıyla, gemileriyle, bombalarıyla gelebilir; ama biz de edebiyatımızla, sanatımızla, vicdanımızla karşılarında dimdik durmalıyız. Çünkü savaş yıkarsa sanat inşa eder; savaş öldürürse edebiyat yaşatır; savaş susturursa şiir konuşturur.

Bazı büyük ustaların sözlerini hatırlayalım:
Bacon: “Sanat, dünyaya eklenen insandır.”
Camus: “Sanat, zorbalığa karşıdır.”
Schiller: “Ey insan, sanat yalnız senindir.”
Gorki: “Sanat, artık bir şeye karşı ya da bir şey uğruna verilen savaştır.”
Neruda: “Biz şairler, nefretten nefret ederiz. Savaşa karşı savaşırız.”
Şolohov: “Barışın düşmanları aklın sesine kulak vermiyor.”
Paul Eluard: “Barış, insanlığın asıl yasasıdır.”
Victor Hugo: “Barış, her şeyi hazmeden mutluluktur.”
Brecht: “Bir gün gelecek, ‘Silahları bırakın’ diyecek insanlık.”
Aytmatov: “Korkuyla değil, cesaretle savaşın karşısında durmalıyız.”
Tolstoy: “İnsan, inanmadığı bir şey uğruna acı çekeceğine; inandığı bir dava uğruna ölse daha iyidir.”

2. Göçler ve Doğal Afetler

Göçler ve doğal afetler, insanlık tarihinin en ağır sınavlarındandır. Toplumları sarsar, kültürleri değiştirir, yeni kimlikler yaratır. Edebiyat ise bu dönüşümlerin tanığıdır.

Göç, yalnızca yer değiştirme değildir; insanın belleğini, acısını, umudunu ve geleceğini sırtına yükleyip yeni bir yaşama doğru yürüyüşüdür. Anadolu’nun göç tarihi; Rumeli’den, Kafkasya’dan, Balkanlar’dan gelenler; Almanya’ya işçi olarak gidenler; köyden kente göç edenler; savaşlardan kaçıp sığınanlarla doludur. Her biri bir hikâye, bir roman, bir edebiyattır.

Nazım Hikmet’ten Yaşar Kemal’e; Orhan Kemal’den Sevgi Soysal ve Füruzan’a kadar pek çok yazar bu göçlerin izlerini anlatmıştır.

Doğal afetler de insanlığı sınar: Depremler, seller, yangınlar, kuraklıklar… Bunlar yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal yıkımlardır. İnsanların hafızasında açtığı yaralar; romanlara, şiirlere, ağıtlara taşınır.

Edebiyat, tüm bu felaketlerin ardından bir tanıklık bırakır. Çünkü unutursak yeniden yaşarız; hatırlarsak yüzleşiriz; yüzleşirsek yeniden ayağa kalkarız.

Bilimle, sanatla ve edebiyatla uğraşan her kurum gibi derneğimizin de bu konuları gündemde tutması gerekir. Çünkü yaraları yalnızca tıp değil; kültür, sanat ve söz de iyileştirir. Kısacası edebiyat da iyileştirir.

Unutmayalım:
Savaşlar, göçler ve afetler dünyayı karartır; fakat insanı ayakta tutan yine insanın yarattığı kültürdür, edebiyattır.

Değerli yoldaşlar,
Bugün burada konuştuğumuz her konu yalnızca teorik bir tartışma değildir. Bilimin, sanatın ve edebiyatın taşıdığı sorumluluk; geçmişin tanıklığı ile geleceğin inşası arasında köprüdür. Bu nedenle derneğimizin adının ağırlığı büyüktür. “Bilim, Sanat ve Edebiyat Derneği” adını taşımak; bu üç alanın her birine emek vermeyi, alan açmayı, üretmeyi ve topluma ışık tutmayı zorunlu kılar.

Bilim insanlığın aklıdır.
Sanat insanlığın vicdanıdır.
Edebiyat ise insanlığın hafızasıdır.

Bir kurum yalnızca hafızayı görmezden gelerek yaşayamaz.
Yalnızca vicdanı ihmal ederek yol alamaz.
Yalnızca aklı kenara iterek ilerleyemez.

Bu nedenle derneğimiz artık bir tercihle değil, bir zorunlulukla karşı karşıyadır:
Bilimi, sanatı ve edebiyatı yeniden hak ettikleri yere koymak zorundayız.

Bizler şiiri seviyoruz; şiir bu toprakların en güçlü damarlarından biridir. Ancak yalnızca şiire yaslanarak yol alınamaz.
Roman olmadan toplumun aynası eksik kalır.
Öykü olmadan yaşamın ayrıntıları kaybolur.
Tiyatro olmadan sahnedeki yüzleşme gerçekleşmez.
Bilim olmadan geleceği kuramayız.
Sanat olmadan insan kalamayız.

Görevimiz; bu alanların her birine kapı açmak, çalışmalar yapmak, etkinlikler düzenlemek, gençleri teşvik etmek ve derneğimizi bir kültür merkezi, bir düşünce evi, bir üretim alanına dönüştürmektir.

Unutmayalım:
Bilim karanlığa karşı bilgidir.
Sanat kötülüğe karşı vicdandır.
Edebiyat zulme karşı hafızadır.

Bugün dünya savaşlarla, göçlerle, afetlerle sarsılırken; toplumlar yoksulluk, baskı ve adaletsizlikle mücadele ederken; insanlık geleceğini sorgularken bir derneğin bile söyleyecek sözü vardır. Bizim sözümüz kalemimiz, sesimiz ve vicdanımız olmalıdır.

Çünkü hiçbir bomba, hiçbir tank, hiçbir baskı;
bir şiirin direncini,
bir romanın kalıcılığını,
bir sanat eserinin yankısını yok edemez
.

Biz edebiyatla insan kalırız.
Sanatla yumuşarız.
Bilimle ilerleriz.

Değerli dostlar,
Bundan sonra derneğimizin adının taşıdığı sorumlulukları yerine getirmesi için birlikte çalışmalıyız. Bilimsel söyleşilerden tiyatro okumalarına, roman analizlerinden öykü atölyelerine kadar geniş bir kültür alanını yeniden canlandırabiliriz. Gençlere kapılar açabilir; yeni eserlerin doğmasına zemin yaratabilir; toplumun sesine kulak veren bir merkez olabiliriz.

Bu çaba yalnızca kültürel bir faaliyet değildir.
Bu çaba, aynı zamanda barışın, dayanışmanın ve insanlığın sürmesi için bir görevdir.

Sözlerimi büyük şair Nazım’ın dizeleriyle bitirmek istiyorum:
“Bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine
yaşamak için…”

İşte bu nedenle bilimi, sanatı ve edebiyatı bir araya getiren derneğimiz; bir ağacın gövdesi kadar güçlü, bir ormanın nefesi kadar çoğul olmalıdır.

Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum.

 

 

Hiç yorum yok: