Değerli yoldaşlar,
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Derneğimizin
adı “Bilim, Sanat ve Edebiyat Derneği’dir.
Ancak bilimin yüzü çoğu zaman soğuk görülür; ülkemizde de bilime sıcak
bakıldığını söylemek zordur. Bilim insanlarımız, kendi alanlarında başarı
gösterebilmek için çoğu zaman ülke dışına çıkmak zorunda kalmışlardır. Örneğin
Nobel Ödüllü Aziz Sancar Amerika’da; koronavirüs aşısını geliştiren Uğur Şahin
ve Özlem Türeci ise Almanya’da çalışmalarını başarıyla sürdürmüşlerdir.
Derneğimizin
adında “bilim” ilk sırada yer almasına rağmen, ülkemizde bilime karşı olan
mesafe derneğimize de yansımış; üyelerimiz de bilime benzer bir soğuklukla
yaklaşmıştır. Tesadüfen bilim üzerine bir sunum görevi bana verilmişti. Ancak
yönetimden dört-beş kişi, iki müzisyen, eşim, kardeşim, oğlum ve 13 yaşındaki
torunum gelmişti. Yani on kişi bile değildik. Çünkü sıradan bir şairin şiirini
dinlemek varken, Hasan Çerçioğlu’nun Sokrates’in bilim anlayışını, Eflatun’un
demokrasi düşüncesini ya da 2050’de Ay’da, 2100’de Mars’ta kentler
kurulacağını, yakın gelecekte hasarlı genlerin yenileriyle değiştirileceğini,
yeni bir insan tipinin ortaya çıkacağını, insan ömrünün 350–400 yıla
uzayabileceğini anlatan bilimsel bir sunumu kim dinlemeye gelirdi ki? Oysa
bunlar hayal ya da ütopya değil; bilimsel gerçekliklerdir.
Buna karşılık, sıradan bir şiir günü düzenlenseydi salon tıklım tıklım dolardı;
hatta salon dar gelir, şairler Mülkiyeliler Birliği salonuna akın ederlerdi.
Bu yüzden
derneğimiz bir şairler derneğinden öte yol almamıştır. Ağırlığı şiire vermiştir. Üç kişiden beşinin
kendini şair ilan ettiği bir ülkede elbette bilim değil, şiir öne çıkacaktır.
Etkinliklerin yüzde doksanının şairlere ve şiire ayrılmasının nedeni de budur.
Bilime, romana, öyküye, tiyatroya neredeyse hiç yer verilmemiştir.
Oysa
edebiyat denildiğinde ilk akla roman gelir; ardından öykü ve tiyatro gelir.
Buna rağmen derneğimiz roman, öykü ve tiyatroya uzak durmuş; bu alanlara
neredeyse hiç yer ayırmamıştır. Dünya
edebiyatına baktığımızda Cervantes’in Don Kişot’u, Defoe’nun Robinson
Crusoe’su; Gorki, Gogol, Tolstoy, Çehov, Dickens, Austen, Conrad, Wilde,
Balzac, Victor Hugo, Flaubert, Stendhal, Maupassant, Zola gibi yazarların
bıraktığı eserler edebiyat değilse nedir? Bunları nereye koyacağız; bunları
niçin okuyoruz?
Türk edebiyatında da Sabahattin
Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı,
Yaşar Kemal’in İnce Memed’i, Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar
Üzerinde’si, Kemal Tahir’in Devlet Ana’sı, Yakup Kadri’nin Yaban’ı,
Halit Ziya’nın Aşk-ı Memnusu edebiyattan başka nedir?
Hikâyeciliğimiz de güçlüdür. Dede
Korkut Hikâyeleri’nden başlayıp Sami Paşazade Sezai’den Sait Faik’e;
Sabahattin Ali’den Kemal Tahir’e; Orhan Kemal, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, Tarık
Buğra, Oğuz Atay, Adalet Ağaoğlu ve Füruzan’a uzanan bir zincirimiz var. Bunlar
edebiyat değilse nedir?
Edebiyatın temel taşlarından biri de
tiyatrodur. Derneğimiz, romanda ve öyküde olduğu gibi tiyatroda da eksik
kalmıştır. Oysa Lüküs Hayat, Cibali Karakolu, Kanlı Nigar,
Yedi Kocalı Hürmüz, Paydos, Keşanlı Ali Destanı, Şair
Evlenmesi, Toros Canavarı, Köşe Başı, İstanbul Efendisi
ve Fehim Paşa Konağı gibi eserler tiyatromuzun köşe taşlarıdır.
Derneğin adı
“Şairler Derneği” ya da “Ozanlar Derneği” olsaydı kimse bir şey demezdi. Ancak
“Bilim, Sanat ve Edebiyat Derneği” adını taşımak; ismini aldığı alanlara eşit
mesafede durmayı gerektirir.
Edebiyatın
temel konularından olan savaşlar, barış, göçler ve doğal afetler gibi
meselelere de hiç yer verilmemiştir.
1. Savaşlar ve Barış
Güneyimizde
ve kuzeyimizde bazı ülkelerde iç savaşlar, bazılarında ise emperyalist savaşlar
sürüyor. Bu savaşlar zaman zaman ülkemizi de tehdit edecek kadar yaklaştı.
Savaşlar toplumları olduğu kadar edebiyatı da derinden etkiler. Bizde Kurtuluş
Savaşı’nın; dünyada Tolstoy’un Savaş ve Barışının etkisi ortadadır.
Bilim, Sanat
ve Edebiyat Derneği olarak bu konuda da yeterince duyarlılık gösterilememiştir.
Tarih
boyunca “Tanrı adına” hareket ettiğini iddia eden güçlerin dünyayı kana
buladığına şahit olduk. Naziler’den Hiroşima ve Nagazaki’ye; bugün Gazze,
Filistin ve Ukrayna’da yaşananlara kadar aynı dehşet sürüyor.
Peki,
insanlık savaşa karşı ne yapmalı? Edebiyatın görevi nedir?
Latin
Amerika halkları gibi hissetmeli; Afrikalı gibi düşünmeli; Afgan, Iraklı,
Suriyeli, Gazeli gibi savaşı yaşamalı—kısacası insan olmalıdır. Kapitalizmin ve
emperyalizmin yıkıcılığına karşı durmak artık kutsal bir görevdir ve bu görev
kültürün, sanatın ve edebiyatın da görevidir.
ABD
uçaklarıyla, gemileriyle, bombalarıyla gelebilir; ama biz de edebiyatımızla,
sanatımızla, vicdanımızla karşılarında dimdik durmalıyız. Çünkü savaş yıkarsa
sanat inşa eder; savaş öldürürse edebiyat yaşatır; savaş susturursa şiir
konuşturur.
Bazı büyük
ustaların sözlerini hatırlayalım:
Bacon: “Sanat, dünyaya eklenen insandır.”
Camus: “Sanat, zorbalığa karşıdır.”
Schiller: “Ey insan, sanat yalnız senindir.”
Gorki: “Sanat, artık bir şeye karşı ya da bir şey uğruna verilen
savaştır.”
Neruda: “Biz şairler, nefretten nefret ederiz. Savaşa karşı savaşırız.”
Şolohov: “Barışın düşmanları aklın sesine kulak vermiyor.”
Paul Eluard: “Barış, insanlığın asıl yasasıdır.”
Victor Hugo: “Barış, her şeyi hazmeden mutluluktur.”
Brecht: “Bir gün gelecek, ‘Silahları bırakın’ diyecek insanlık.”
Aytmatov: “Korkuyla değil, cesaretle savaşın karşısında durmalıyız.”
Tolstoy: “İnsan, inanmadığı bir şey uğruna acı çekeceğine; inandığı bir
dava uğruna ölse daha iyidir.”
2. Göçler ve Doğal Afetler
Göçler ve
doğal afetler, insanlık tarihinin en ağır sınavlarındandır. Toplumları sarsar,
kültürleri değiştirir, yeni kimlikler yaratır. Edebiyat ise bu dönüşümlerin
tanığıdır.
Göç,
yalnızca yer değiştirme değildir; insanın belleğini, acısını, umudunu ve
geleceğini sırtına yükleyip yeni bir yaşama doğru yürüyüşüdür. Anadolu’nun göç
tarihi; Rumeli’den, Kafkasya’dan, Balkanlar’dan gelenler; Almanya’ya işçi
olarak gidenler; köyden kente göç edenler; savaşlardan kaçıp sığınanlarla
doludur. Her biri bir hikâye, bir roman, bir edebiyattır.
Nazım
Hikmet’ten Yaşar Kemal’e; Orhan Kemal’den Sevgi Soysal ve Füruzan’a kadar pek
çok yazar bu göçlerin izlerini anlatmıştır.
Doğal
afetler de insanlığı sınar: Depremler, seller, yangınlar, kuraklıklar… Bunlar
yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal yıkımlardır. İnsanların
hafızasında açtığı yaralar; romanlara, şiirlere, ağıtlara taşınır.
Edebiyat,
tüm bu felaketlerin ardından bir tanıklık bırakır. Çünkü unutursak yeniden
yaşarız; hatırlarsak yüzleşiriz; yüzleşirsek yeniden ayağa kalkarız.
Bilimle,
sanatla ve edebiyatla uğraşan her kurum gibi derneğimizin de bu konuları
gündemde tutması gerekir. Çünkü yaraları yalnızca tıp değil; kültür, sanat ve
söz de iyileştirir. Kısacası edebiyat da iyileştirir.
Unutmayalım:
Savaşlar, göçler ve afetler dünyayı karartır; fakat insanı ayakta tutan yine
insanın yarattığı kültürdür, edebiyattır.
Değerli yoldaşlar,
Bugün burada
konuştuğumuz her konu yalnızca teorik bir tartışma değildir. Bilimin, sanatın
ve edebiyatın taşıdığı sorumluluk; geçmişin tanıklığı ile geleceğin inşası
arasında köprüdür. Bu nedenle derneğimizin adının ağırlığı büyüktür. “Bilim,
Sanat ve Edebiyat Derneği” adını taşımak; bu üç alanın her birine emek vermeyi,
alan açmayı, üretmeyi ve topluma ışık tutmayı zorunlu kılar.
Bilim insanlığın aklıdır.
Sanat insanlığın vicdanıdır.
Edebiyat ise insanlığın hafızasıdır.
Bir kurum yalnızca hafızayı
görmezden gelerek yaşayamaz.
Yalnızca vicdanı ihmal ederek yol alamaz.
Yalnızca aklı kenara iterek ilerleyemez.
Bu nedenle
derneğimiz artık bir tercihle değil, bir zorunlulukla karşı karşıyadır:
Bilimi, sanatı ve edebiyatı yeniden hak ettikleri yere koymak zorundayız.
Bizler şiiri
seviyoruz; şiir bu toprakların en güçlü damarlarından biridir. Ancak yalnızca
şiire yaslanarak yol alınamaz.
Roman olmadan toplumun aynası eksik
kalır.
Öykü olmadan yaşamın ayrıntıları kaybolur.
Tiyatro olmadan sahnedeki yüzleşme gerçekleşmez.
Bilim olmadan geleceği kuramayız.
Sanat olmadan insan kalamayız.
Görevimiz;
bu alanların her birine kapı açmak, çalışmalar yapmak, etkinlikler düzenlemek,
gençleri teşvik etmek ve derneğimizi bir kültür merkezi, bir düşünce evi, bir
üretim alanına dönüştürmektir.
Unutmayalım:
Bilim karanlığa karşı bilgidir.
Sanat kötülüğe karşı vicdandır.
Edebiyat zulme karşı hafızadır.
Bugün dünya
savaşlarla, göçlerle, afetlerle sarsılırken; toplumlar yoksulluk, baskı ve
adaletsizlikle mücadele ederken; insanlık geleceğini sorgularken bir derneğin
bile söyleyecek sözü vardır. Bizim sözümüz kalemimiz, sesimiz ve vicdanımız
olmalıdır.
Çünkü hiçbir bomba, hiçbir tank,
hiçbir baskı;
bir şiirin direncini,
bir romanın kalıcılığını,
bir sanat eserinin yankısını yok edemez.
Biz edebiyatla insan kalırız.
Sanatla yumuşarız.
Bilimle ilerleriz.
Değerli
dostlar,
Bundan sonra derneğimizin adının taşıdığı sorumlulukları yerine getirmesi için
birlikte çalışmalıyız. Bilimsel söyleşilerden tiyatro okumalarına, roman
analizlerinden öykü atölyelerine kadar geniş bir kültür alanını yeniden
canlandırabiliriz. Gençlere kapılar açabilir; yeni eserlerin doğmasına zemin
yaratabilir; toplumun sesine kulak veren bir merkez olabiliriz.
Bu çaba
yalnızca kültürel bir faaliyet değildir.
Bu çaba, aynı zamanda barışın, dayanışmanın ve insanlığın sürmesi için bir
görevdir.
Sözlerimi
büyük şair Nazım’ın dizeleriyle bitirmek istiyorum:
“Bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine
yaşamak için…”
İşte bu
nedenle bilimi, sanatı ve edebiyatı bir araya getiren derneğimiz; bir ağacın
gövdesi kadar güçlü, bir ormanın nefesi kadar çoğul olmalıdır.
Hepinizi
sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum.