29 Ekim 2025 Çarşamba

 

ANAMIN AĞITI

Kurbana ta ma lavo

Darang mahi laku maho

Mın tu cavi xa nada vo

Mın tu kıra bina  axavo

Tu katiye bın axevo

 

Dar cirano varna ravmin

Av çı hatte  ba sarimin

Mın kazaba xa vandakır

Xale dünye ba sarimin

 

Kazaba hatte şavtandın

Dılemin hatte kalandın

Bira çavemın bırıjın  

Lavuk mırın na zavcandın

 

Av çır işe çırga lama

Av çı dardı ba darmane

Daste mın ba başelemin

Çave mın da riya ta bo

28 Ekim 2025 Salı

 

KİN, NEFRET, ÖFKE

Son zamanlarda iktidarın muhaliflere duyduğu kinden dolayı onları cezalandırmaya kalkması, muhaliflerin de buna karşı öfke duyması, fiziksel anlamda bir etki-tepki yasasının toplumsal hayata yansıması gibidir.

Selahattin Demirtaş, “Seni başkan yaptırmayacağız” sözünden sonra, bu söze duyulan kinden ötürü yıllardır içeridedir.
Osman Kavala da Gezi Parkı eylemlerini organize ettiği iddiasıyla hakkında açılan davalarda birkaç kez tahliye edilmesine rağmen, 9 Mart 2020’de aynı dava kapsamında bu kez “siyasal veya askerî casusluk” suçlamasıyla yeniden tutuklanmıştır.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın casusluk soruşturmasında Ekrem İmamoğlu, Necati Özkan ve Merdan Yanardağ hakkında da benzer iddialarla işlem başlatılmıştır.
Görünen o ki, ülkede ne kadar çok “casus” varmış da bizim haberimiz yokmuş!

İşte tüm bunlar, kin, nefret ve bitmek bilmeyen bir öfkenin ürünüdür.
Oysa bizim adımız “miskin”, düşmanımız ise kindir.

KİN NEDİR?
Genellikle bireylerin bir başkasına karşı hissettikleri uzun süreli öfke, düşmanlık ve intikam arayışıdır. Yani birine karşı duyulan öç alma isteği, garazdır.
En bağnazı, “deve kini”dir.
“Kin bağlamak”, “kin beslemek”, “kin tutmak”, “kin gütmek” gibi deyimler dilimizde sıkça kullanılır.
İktidarın kin tutması da bundan farklı değildir.

Bir de nefret sözcüğü vardır:
Hoşnutsuzluğumuza neden olan bir şeyden tutkulu bir biçimde tiksinmektir.
Sevginin karşıtı olan nefret, yalnızca bir kişiye değil, bir topluma da zarar verir.
Bugün iktidarın topluma verdiği zarar, bitmez tükenmez bir nefretle dile getirilmektedir.

PEKİ ÖFKE NEREDEN KAYNAKLANIR?
Ünlü Çinli düşünür Konfüçyüs, “Öfkeli bir adamın içi zehir doludur,” der.
İskoç yazar ve tarihçi Thomas Carlyle’a göre ise, “Öfkenin başlangıcı çılgınlıktır.”

İnsanı güçlü kılan, kin beslemek ya da öfke ve nefrete bel bağlamak değildir.
Aksine, Peygamberimizin şu sözü bunun en güzel ifadesidir:
“Asıl güçlü insan, öfkelendiği zaman kendisine hâkim olabilen insandır.”

Ne var ki günümüzde bir anlık öfke sonucu kin ve nefretini açığa çıkaran, karşısındaki insanın varlığına tahammül edemeyip elini kana bulayan insanların varlığı, insanlık adına endişe verici bir durumdur.

14 Ekim 2025 Salı

 

 Mahkemeler, Hâkimler ve Kararlar

Hepimiz biliyoruz ki, “Tanrı insanları eşit yaratmıştır,” derler.
Ne güzel bir söz… Ama ne yazık ki doğru değildir.

Gerçekte durum böyle değildir. Bazı insanlar diğerlerine göre daha zekidir; bazıları doğuştan daha fazla imkâna sahiptir. Kimimiz daha zekiyiz, kimimiz değil. Kimi insanlar doğuştan daha fazla imkâna sahip, kimilerinin payına da yoksulluk düşmüş. Kimi kadınlar örgüyü, dikişi, yemeği daha iyi yapar; kimileri eline iğne alsa şaşırır. Kiminin sesi pürüzsüz, türküleri dinleyeni ağlatır; kimisi bir ezgiyi mırıldanmaktan bile acizdir. Kimileri doğuştan yetenekli ressamdır, kimileri düz bir çizgiyi bile eğri çizer.

Evet, hayat adil değildir. Ama bu ülkede insanlar yalnızca bir durumda eşit hale gelirler: Mahkeme salonunda,  Hukukun önünde.
Bir zenginle bir yoksulu, bir budalayla bir bilgeyi, Einstein’la bir cahili, bir kolej müdürüyle bir çobanı eşit gören tek kurum mahkemelerdir — tabii görevini hakkıyla yaparsa. Mahkemeler, insanlar arasında en üst düzeyde eşitliğin gözetildiği kurumlardır. Biz öyle biliriz, öyle inanırız.  Hukukun önünde herkesin eşit olduğu söylenir; biz de buna inanmak isteriz. Çünkü mahkemeler, insanın adaletle buluştuğu son duraktır.

Ama işte o “son durak” her zaman o kadar güvenli değildir.
Mahkemelerin mutlak dürüstlüğünden, hâkimlerin kusursuz kararlarından söz edemem. Bunu yaşayarak gördüm. Çünkü bir hâkimin vicdanı ne kadar berraksa, mahkemenin kararı da ancak o kadar doğrudur.

Bir ülkede hâkim güvenilirse, mahkeme de güvenilir.
Ama hâkim tarafsızlığını yitirirse, mahkeme artık adaletin değil, iktidarın kürsüsüne dönüşür.

Ve o zaman Tanrı’nın bile eşit yaratamadığı insanları, adalet de eşitleyemez

10 Ekim 2025 Cuma

 Eli Kanlı Bir İktidar

Hasan Çerçioğlu
Bu ülkenin yakın tarihine bakınca, kanın renginin hiç solmadığını görürsünüz.
28 Aralık 2011 Roboski Katliamı, 28 Mayıs 2013 Gezi Parkı Direnişi, 20 Temmuz 2015 Suruç Katliamı, 10 Ekim 2015 Ankara Gar Katliamı, 1 Ocak 2017 Reina Katliamı...
Hepsi bu iktidar döneminde yaşandı.
Ne kadar çok kan dökülmüş, ne kadar çok can yarım kalmış…
Onun için diyorum ki: Bu iktidar, eli kanlı bir iktidardır.
Bugün 10 Ekim Katliamının yıl dönümü.
Gidenler dönmediler.
Derler ya:
“Yemen’e gitti dönmedi,
Sarıkamış’a gitti dönmedi,
Çanakkale’ye gitti dönmedi...”
Onlar savaşlara gitmiş, cephelerde can vermişlerdi.
Ama bir de “barış için gidip dönmeyenler” var bu ülkede.
Sadece bizim yöreden bile...
Dumuklu Köyü’nden Seyhan Yaylagül,
Bayramuşağı Köyü’nden Özge Aslan,
Ören Köyü’nden Korkmaz Tetik,
Dedefengi Köyü’nden Metin Peşman...
Hepsi barış umuduyla Ankara’ya gelmişti.
Ama geri dönmeden, o kara güne kurban gittiler.
Ben de o gün, o meydandaydım.
Gar Meydanı barış türküleriyle, halaylarla, coşkuyla çınlıyordu.
Bir rüzgâr esiyordu Ankara’da — barışın rüzgârı.
Yıllardır esmesi beklenen, hasreti çekilen bir rüzgârdı bu.
Meydandaki binlerce insanı aynı umut sarmıştı:
“Belki bu kez barış gelir...”
Ama o rüzgârın esmesinden rahatsız olanlar da vardı.
Korkuyu büyütmek, toplumu sindirmek isteyenler bir fitili ateşlediler.
Ve o fitil, Ankara Garı’nda yüz üç canı aldı.
Kara sakallı bir IŞİD militanı patlattı bombayı.
Bir anda meydan kana, ağıtlara, çığlıklara boğuldu.
Türküler sustu, barış sustu, insanlık sustu.
O gün tarihe “Gar Katliamı” olarak geçti.
Ama asıl karanlık, o günden sonra başladı.
Katillerin önüne görünmez koridorlar açıldı.
Ve ne acıdır ki, kısa süre sonra kara sakal bir “moda” haline geldi.
Sokaklarda, ekranlarda, mecliste, tribünlerde...
Herkes kara sakallı olmuştu.
Artık kim kimdi, belli değildi.
Kimin içi aydınlık, kimin karanlık, ayırt etmek zorlaşmıştı.
Bir bakıyorsun devrimci, bir bakıyorsun gerici,
bir bakıyorsun sanatçı, bir bakıyorsun bürokrat...
Hepsi aynı kara sakalın ardına gizlenmiş gibiydi.
Sanki burası laik Türkiye değilmiş de,
şeriatçı Afganistan ya da Suudi Arabistan’dı.
Demek ki IŞİD yalnızca bir katliam değil,
bir “moda” da bırakmıştı ardında:
Kara Sakal Modası.
Ve o modanın gölgesi hâlâ üzerimizde.
Unutmayalım:
Barışı unutan bir toplum, karanlığa alışır.

2 Ekim 2025 Perşembe

 

Sayın Genel Başkanım,

Türkiye İşçi Partisi Nereye Gidiyor?

28 Eylül 2025 günü Çankaya İlçe Örgütü olağanüstü toplantısını gerçekleştirdi. Divan başkanlığına İl Başkanı seçildi, çalışma programı okundu. Ardından üyeler program üzerine konuşmalara geçti. Ben de “Parti nereye gidiyor?” başlıklı bir konuşma yaptım.  Ancak konuşmama sınır getirdikleri için konuşmamın tam metnini

Bir de Siz Dinleyin Sayın Genel Başkan.

Gezi davası tutukluları Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Osman Kavala’nın yanı sıra; CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar ile birlikte 15 CHP’li ilçe belediye başkanı ve başkanvekili hiçbir suçları olmadığı halde politik sebeplerle tutukluyken, bizler buruk ve içimizi acıtan bir duyguyla TİP Çankaya İlçe Kongresi’ni yapıyoruz. Tüm tutukluların acilen serbest bırakılmasını istiyoruz, diyerek söze başladım.

TİP Nereye Gidiyor?

Bir yönetimin başarısı, kadrolarının başarısıyla ölçülür. Ankara’da Türkiye İşçi Partisi Çankaya İlçe Başkanlığı var mı yok mu belli değil. 27 Eylül akşamı saat 19.00’a kadar TİP’in Çankaya’da bir ilçe örgütünün bulunduğundan haberdar değildim. Sadece WhatsApp üzerinden gelen bir mesajla kongrenin yapılacağını öğrendim.

  1. Çağrı ve Usul:
    Dernekler Kanunu’na göre genel kurula katılma hakkı olan üyelerin listesi hazırlanır; üyeler en az 15 gün önceden toplantının günü, saati, yeri ve gündemiyle çağrılır. Çağrı gazetede ilan edilir ya da yazılı/e-posta yoluyla yapılır. Elbette TİP bir dernek değil, bir partidir. Ancak demokratik işleyişin şeffaf olması, üyelerin sürece katılması gerekir. Akşamdan haber verilip sabaha kongre yapılmamalıdır.
  2. Duyuru Eksikliği:
    İlçe yönetimi duyuruyu zamanında yapmamış, gündemi belirlememiş; yalnızca WhatsApp üzerinden son anda haber vermiştir. WhatsApp kullanmayan üyelere hiçbir duyuru yapılmamıştır.
  3. Adres Sorunu:
    Bildirilen adres adeta bir bilmece gibiydi: “Ihlamur Sokak No:10/2.” Burası Elektrik Mühendisleri Odası’ydı, ancak pazar günü olduğu için kapalıydı. Telefonla arayıp sorunca, “Biz terastayız, terasa çıkın,” dediler. Karşılaştığımız bir vatandaş yolu tarif etti:
    “İkinci kata çıkacaksınız, önce koridorun soluna, sonra sağa döneceksiniz. Asansör orada.”
    Dolambaçlı bir yolun ardından terasa çıktık. Terasta 90–100 kişilik küçük bir salon vardı. İlçenin büyük kongresi, o daracık salonda yapılıyordu. Sanki yangından mal kaçırır gibi bir izlenim edindim.
  4. Mahalle Toplantıları:
    Mahalle toplantıları yapıldı mı? Eğer yapıldıysa neden bize haber verilmedi?

Eleştirilerime ilçe başkanı değil, aynı zamanda divan başkanı olan İl Başkanı yanıt verdi:
“Bu bir dernek değil, partidir. Parti delegelerini toplar, kongresini yapar,” diyerek mahalle delegesi meselesini geçiştirdi.

Oysa her partide kuraldır: Önce mahalle toplantıları yapılır, delegeler seçilir, sonra ilçe kongresine gidilir. Gördüğüm kadarıyla mahallelerde hiçbir çalışma yapılmamıştı. Yani, “Tarlada izi olmayanın harmandan gözü olmaz.”

İl yönetimi, ilçe yönetimi ve divan adeta söz birliği etmiş gibiydi. İl Başkanı taraf olduğu hâlde divan başkanı seçildi; bu başlı başına yanlıştı. Divan başkanı tarafsız olmalıydı, ama burada İl Başkanı tarafsızlığını yitirmiş, ilçe başkanı gibi eleştirilere yanıt veriyordu.

  1. Hatay Adayı Olayı:
    Hatırlanacağı üzere Hatay’da belediye başkan adayı olarak kökeni MHP’ye, ardından İYİ Parti’ye dayanan Gökhan Zan gösterilmiş, sonra vazgeçilmişti. Peki, Gökhan Zan hangi bilgi birikimi ve hangi siyasi yetenekle aday gösterildi? TİP’in kökleri Mustafa Suphi ve yoldaşlarına dayanıyor. Bir sosyalist parti bir spor kulübü değildir. Sporculardan bahsedeceksek, Metin Oktay’dan söz edelim; Gökhan Zan’dan değil.
  2. Can Atalay Meselesi:
    Can Atalay için Hatay’dan Ankara’ya yürüyüşe geçen Genel Başkan Erkan Baş, binlerce Hataylı tarafından uğurlandı. Peki, Ankara’da kim karşıladı? Sadece on iki kişi! Nerede il yönetimi, nerede ilçe yöneticileri? Bu kadrolarla mı parti yönetilecek? Yazık!
  3. Kongre Katılımı:
    Bir önceki kongre 2000 kişiden yalnızca 96 üyenin katılımıyla yapılmıştı. Bu kongre ise 900 üyeden sadece 90 kişiyle gerçekleştirildi. Yani parti ilerlemek yerine geriliyor. Gelenlerden çok istifalar söz konusu. Oysa sosyalist partiler, üyelerini süzgeçten geçirir; bilinçli, eylemci, sosyalist kadrolardan oluşur. Üye dediğin; eyleme koşan, etkinliklerde yer alan, kongre ve konferanslarda fikir üreten kişidir. Aksi hâlde şişirilmiş bir balondan farkı kalmaz.
  4. Sendikalar ve Kitle Örgütleri:
    Birinci Türkiye İşçi Partisi, 12 sendikacıyla kuruldu ve kısa sürede ülkenin dört bir yanına yayıldı. Sendikalarda, kitle örgütlerinde, meslek odalarında, köylerde, kasabalarda örgütlendi. Bugünkü yöneticilere soruyorum: TİP Ankara’da kurulduğundan bu yana kaç sendikaya gidildi? Kaç kitle örgütü kazanıldı? Kaç meslek odasında yer alındı, kaç köyde çalışma yapıldı?
  5. Etkinlikler:
    Şimdiye kadar kaç etkinlik düzenlendi? Kaç panel, kaç konferans, kaç üye toplantısı, kaç mahalle buluşması yapıldı? Bunları sormak her üyenin hakkıdır.
  6. İstifalar:
    Görüyoruz ki yöneticiler partinin büyümesinden adeta korkuyor. İlk ilçe kongresinden sonra 200’den fazla kişi istifa etti. İkinci kongrede 2000 üyeden yalnızca 96 kişi katıldı. Söylentilere göre 400 kişinin daha istifa ettiği iddia ediliyor. Eğer doğruysa, partiden ayrılanların sayısı katılanlardan kat kat fazla. Bu durum neden araştırılmıyor, neden önlem alınmıyor?
  7. Körler Sağırlar Durumu:
    İlçe yönetimi, hesap vermeden, aklanmadan ve paklanmadan, “körler sağırlar birbirini ağırlar” misali bir toplantı yapmıştır. Hayırlı olsun!

 

Partiler ve İşleyişleri

Partiler gücünü halktan alır. Halkla bağ kuramayan, tabanda tutunamayan partiler değirmen taşlarına benzer: Buğday gelirse un yapar, gelmezse birbirini öğütür. Eğer tabanla bağ kurulmazsa parti grupçuklara bölünür, iç çekişmelerle tükenir, yozlaşır. Sonunda tarih onları tasfiye eder. Bu nedenle zararın neresinden dönülse kârdır.

Ne Yapmalı?

Türkiye İşçi Partisi’nin geleceği üzerine konuşurken, yalnızca eleştiri yapmak yetmez; aynı zamanda çıkış yollarını da tartışmak gerekir. Çünkü partiler, hatalarından ders çıkararak büyürler.

  1. Demokratik İşleyiş:
    Parti, iç işleyişini şeffaf ve demokratik kılmak zorundadır. Üyeler, yalnızca seçim dönemlerinde değil; her aşamada sürece katılabilmelidir. Mahalle toplantılarının düzenli yapılması, üyelerin söz hakkı ve iradesinin merkeze alınması şarttır.
  2. Tabana Dayanmak:
    TİP’in kökleri işçi sınıfına, köylüye ve emekçilere dayanır. Sendikalar, kitle örgütleri, meslek odaları ve köyler, partinin asli çalışma alanları olmalıdır. Bu alanlarda örgütlenmeyen bir sosyalist partinin kalıcı başarısı düşünülemez.
  3. Kadroların Niteliği:
    Bir sosyalist parti, popüler isimlerle değil; bilinçli, fedakâr ve eylemci kadrolarla yol alır. Her üye, bir işlev üstlenmeli; kongreler yalnızca formalite olmaktan çıkmalı, fikirlerin ve mücadelelerin buluştuğu gerçek kürsüler hâline gelmelidir.
  4. Parti Kültürü:
    TİP’in tarihi, Mustafa Suphi’lerden Behice Boran’lara kadar bir mücadele geleneği taşır. Bu gelenek, popülist tercihlerle ya da günübirlik kararlarla lekelenemez. Parti kültürünün korunması, bugünkü kuşakların en temel sorumluluğudur.
  5. İstifaların Önüne Geçmek:
    Bir partiden çok sayıda üyenin ayrılması, yalnızca kişisel memnuniyetsizlik değil, yönetim anlayışındaki zaafların göstergesidir. Bu nedenle her istifa araştırılmalı, nedenleri ortaya çıkarılmalı ve çözüm üretilmelidir.

Sonuç

Türkiye İşçi Partisi, tarihsel bir mirasın taşıyıcısıdır. Bu miras, bedel ödeyenlerin, zindanlarda çürüyenlerin, sürgünlerde yaşamını yitirenlerin, meydanlarda mücadele edenlerin mirasıdır. Böyle bir miras, günübirlik hesaplarla ve dar kadroculukla heba edilemez.

Eğer partimiz halkla bağını güçlendirir, şeffaf bir işleyiş benimser, nitelikli kadrolarla yol alır ve emekçilerin gerçek sorunlarına eğilirse; büyüme potansiyeli vardır. Aksi takdirde, tarihin tozlu raflarında kaybolmaya mahkûm olur.

Bugün bize düşen görev, kişisel hesapları bir kenara bırakmak; partiyi gerçekten halkın partisi yapmak için emek vermektir. Çünkü TİP, yalnızca bir parti değil; geleceğin adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin de adıdır.

Sayın Genel Başkanım,

Ben emekli bir inşaat mühendisiyim. 68 kuşağındanım; defalarca hapis yattım. 12 Mart’ta tutuklandım, 12 Eylül’de ise TMMOB davasında yargılandım. Seksen yaşında bir yazarım. Bugüne dek beş roman ve bir öykü kitabım yayımlandı, hâlen yazmaya devam ediyorum.

1968 yılından bu yana İşçi Partili ve sosyalistim. Partinin bugün içinde bulunduğu durumu, verdiğimiz onca mücadelenin ardından görmek beni çok üzüyor. Dilerim yapılan hatalar görülür ve partimiz bu yanlışlardan kurtarılır.

Bizim kuşağımız, bedel ödemekten kaçınmadan, ülkenin özgürlüğü ve işçi sınıfının kurtuluşu için mücadele etti. Kimi arkadaşlarımızı toprağa verdik, kimimiz yıllarca cezaevlerinde direndik. Bütün bu fedakârlıkların boşa gitmediğine inanmak istiyoruz. Bugün genç kuşakların aynı inanç ve kararlılıkla ilerlemesi için partinin yeniden ayağa kalkması şarttır.

Sizden beklentim; sosyalist değerlerden, emek mücadelesinden ve halkın gerçek sorunlarından kopmadan yol almanızdır. Bizler yaşlandık belki ama hâlâ kalemimizle, düşüncemizle, tecrübemizle bu davanın emrindeyiz.

Partimizin, tarihten aldığı güçle yeniden işçi sınıfının gerçek temsilcisi olacağına inanmak istiyorum.

Saygılarımla

Hasan ÇERÇİOĞLU

Çankaya Tip Üyesi

Tel: 0532 496 30 14  İleti: hasancercioglu@hotmail.com

29 Eylül 2025 Pazartesi

 

Türkiye İşçi Partisi Nereye Gidiyor?

28 Eylül 2025 günü Çankaya İlçe Örgütü olağanüstü toplantısını gerçekleştirdi. Divan başkanlığına İl Başkanı seçildi, çalışma programı okundu. Ardından üyeler program üzerine konuşmalara geçti. Ben de “Parti nereye gidiyor?” başlıklı bir konuşma yaptım.

Gezi davası tutukluları Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Osman Kavala’nın yanı sıra; CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar ile birlikte 15 CHP’li ilçe belediye başkanı ve başkanvekili hiçbir suçları olmadığı halde politik sebeplerle tutukluyken, bizler buruk ve içimizi acıtan bir duyguyla TİP Çankaya İlçe Kongresi’ni yapıyoruz. Tüm tutukluların acilen serbest bırakılmasını istiyoruz, diyerek söze başladım.

TİP Nereye Gidiyor?

Bir yönetimin başarısı, kadrolarının başarısıyla ölçülür. Ankara’da Türkiye İşçi Partisi Çankaya İlçe Başkanlığı var mı yok mu belli değil. 27 Eylül akşamı saat 19.00’a kadar TİP’in Çankaya’da bir ilçe örgütünün bulunduğundan haberdar değildim. Sadece WhatsApp üzerinden gelen bir mesajla kongrenin yapılacağını öğrendim.

  1. Çağrı ve Usul:
    Dernekler Kanunu’na göre genel kurula katılma hakkı olan üyelerin listesi hazırlanır; üyeler en az 15 gün önceden toplantının günü, saati, yeri ve gündemiyle çağrılır. Çağrı gazetede ilan edilir ya da yazılı/e-posta yoluyla yapılır. Elbette TİP bir dernek değil, bir partidir. Ancak demokratik işleyişin şeffaf olması, üyelerin sürece katılması gerekir. Akşamdan haber verilip sabaha kongre yapılmamalıdır.
  2. Duyuru Eksikliği:
    İlçe yönetimi duyuruyu zamanında yapmamış, gündemi belirlememiş; yalnızca WhatsApp üzerinden son anda haber vermiştir. WhatsApp kullanmayan üyelere hiçbir duyuru yapılmamıştır.
  3. Adres Sorunu:
    Bildirilen adres adeta bir bilmece gibiydi: “Ihlamur Sokak No:2.” Burası Elektrik Mühendisleri Odası’ydı, ancak pazar günü olduğu için kapalıydı. Telefonla arayıp sorunca, “Biz terastayız, terasa çıkın,” dediler. Karşılaştığımız bir vatandaş yolu tarif etti:
    “İkinci kata çıkacaksınız, önce koridorun soluna, sonra sağa döneceksiniz. Asansör orada.”
    Dolambaçlı bir yolun ardından terasa çıktık. Terasta 90–100 kişilik küçük bir salon vardı. İlçenin büyük kongresi, o daracık salonda yapılıyordu. Sanki yangından mal kaçırır gibi bir izlenim edindim.
  4. Mahalle Toplantıları:
    Mahalle toplantıları yapıldı mı? Eğer yapıldıysa neden bize haber verilmedi?

Eleştirilerime ilçe başkanı değil, aynı zamanda divan başkanı olan İl Başkanı yanıt verdi:
“Bu bir dernek değil, partidir. Parti delegelerini toplar, kongresini yapar,” diyerek mahalle delegesi meselesini geçiştirdi.

Oysa her partide kuraldır: Önce mahalle toplantıları yapılır, delegeler seçilir, sonra ilçe kongresine gidilir. Gördüğüm kadarıyla mahallelerde hiçbir çalışma yapılmamıştı. Yani, “Tarlada izi olmayanın harmandan gözü olmaz.”

İl yönetimi, ilçe yönetimi ve divan adeta söz birliği etmiş gibiydi. İl Başkanı taraf olduğu hâlde divan başkanı seçildi; bu başlı başına yanlıştı. Divan başkanı tarafsız olmalıydı, ama burada İl Başkanı tarafsızlığını yitirmiş, ilçe başkanı gibi eleştirilere yanıt veriyordu.

  1. Hatay Adayı Olayı:
    Hatırlanacağı üzere Hatay’da belediye başkan adayı olarak kökeni MHP’ye, ardından İYİ Parti’ye dayanan Gökhan Zan gösterilmiş, sonra vazgeçilmişti. Peki Gökhan Zan hangi bilgi birikimi ve hangi siyasi yetenekle aday gösterildi? TİP’in kökleri Mustafa Suphi ve yoldaşlarına dayanıyor. Bir sosyalist parti bir spor kulübü değildir. Sporculardan bahsedeceksek, Metin Oktay’dan söz edelim; Gökhan Zan’dan değil.
  2. Can Atalay Meselesi:
    Can Atalay için Hatay’dan Ankara’ya yürüyüşe geçen Genel Başkan Erkan Baş, binlerce Hataylı tarafından uğurlandı. Peki, Ankara’da kim karşıladı? Sadece on iki kişi! Nerede il yönetimi, nerede ilçe yöneticileri? Bu kadrolarla mı parti yönetilecek? Yazık!
  3. Kongre Katılımı:
    Bir önceki kongre 2000 kişiden yalnızca 96 üyenin katılımıyla yapılmıştı. Bu kongre ise 900 üyeden sadece 90 kişiyle gerçekleştirildi. Yani parti ilerlemek yerine geriliyor. Gelenlerden çok istifalar söz konusu. Oysa sosyalist partiler, üyelerini süzgeçten geçirir; bilinçli, eylemci, sosyalist kadrolardan oluşur. Üye dediğin; eyleme koşan, etkinliklerde yer alan, kongre ve konferanslarda fikir üreten kişidir. Aksi hâlde şişirilmiş bir balondan farkı kalmaz.
  4. Sendikalar ve Kitle Örgütleri:
    Birinci Türkiye İşçi Partisi, 12 sendikacıyla kuruldu ve kısa sürede ülkenin dört bir yanına yayıldı. Sendikalarda, kitle örgütlerinde, meslek odalarında, köylerde, kasabalarda örgütlendi. Bugünkü yöneticilere soruyorum: TİP Ankara’da kurulduğundan bu yana kaç sendikaya gidildi? Kaç kitle örgütü kazanıldı? Kaç meslek odasında yer alındı, kaç köyde çalışma yapıldı?
  5. Etkinlikler:
    Şimdiye kadar kaç etkinlik düzenlendi? Kaç panel, kaç konferans, kaç üye toplantısı, kaç mahalle buluşması yapıldı? Bunları sormak her üyenin hakkıdır.
  6. İstifalar:
    Görüyoruz ki yöneticiler partinin büyümesinden adeta korkuyor. İlk ilçe kongresinden sonra 200’den fazla kişi istifa etti. İkinci kongrede 2000 üyeden yalnızca 96 kişi katıldı. Söylentilere göre 400 kişinin daha istifa ettiği iddia ediliyor. Eğer doğruysa, partiden ayrılanların sayısı katılanlardan kat kat fazla. Bu durum neden araştırılmıyor, neden önlem alınmıyor?
  7. Körler Sağırlar Durumu:
    İlçe yönetimi, hesap vermeden, aklanmadan ve paklanmadan, “körler sağırlar birbirini ağırlar” misali bir toplantı yapmıştır. Hayırlı olsun!

 

Partiler ve İşleyişleri

Partiler gücünü halktan alır. Halkla bağ kuramayan, tabanda tutunamayan partiler değirmen taşlarına benzer: Buğday gelirse un yapar, gelmezse birbirini öğütür. Eğer tabanla bağ kurulmazsa parti grupçuklara bölünür, iç çekişmelerle tükenir, yozlaşır. Sonunda tarih onları tasfiye eder. Bu nedenle zararın neresinden dönülse kârdır.

Ne Yapmalı?

Türkiye İşçi Partisi’nin geleceği üzerine konuşurken, yalnızca eleştiri yapmak yetmez; aynı zamanda çıkış yollarını da tartışmak gerekir. Çünkü partiler, hatalarından ders çıkararak büyürler.

  1. Demokratik İşleyiş:
    Parti, iç işleyişini şeffaf ve demokratik kılmak zorundadır. Üyeler, yalnızca seçim dönemlerinde değil; her aşamada sürece katılabilmelidir. Mahalle toplantılarının düzenli yapılması, üyelerin söz hakkı ve iradesinin merkeze alınması şarttır.
  2. Tabana Dayanmak:
    TİP’in kökleri işçi sınıfına, köylüye ve emekçilere dayanır. Sendikalar, kitle örgütleri, meslek odaları ve köyler, partinin asli çalışma alanları olmalıdır. Bu alanlarda örgütlenmeyen bir sosyalist partinin kalıcı başarısı düşünülemez.
  3. Kadroların Niteliği:
    Bir sosyalist parti, popüler isimlerle değil; bilinçli, fedakâr ve eylemci kadrolarla yol alır. Her üye, bir işlev üstlenmeli; kongreler yalnızca formalite olmaktan çıkmalı, fikirlerin ve mücadelelerin buluştuğu gerçek kürsüler hâline gelmelidir.
  4. Parti Kültürü:
    TİP’in tarihi, Mustafa Suphi’lerden Behice Boran’lara kadar bir mücadele geleneği taşır. Bu gelenek, popülist tercihlerle ya da günübirlik kararlarla lekelenemez. Parti kültürünün korunması, bugünkü kuşakların en temel sorumluluğudur.
  5. İstifaların Önüne Geçmek:
    Bir partiden çok sayıda üyenin ayrılması, yalnızca kişisel memnuniyetsizlik değil, yönetim anlayışındaki zaafların göstergesidir. Bu nedenle her istifa araştırılmalı, nedenleri ortaya çıkarılmalı ve çözüm üretilmelidir.

Sonuç

Türkiye İşçi Partisi, tarihsel bir mirasın taşıyıcısıdır. Bu miras, bedel ödeyenlerin, zindanlarda çürüyenlerin, sürgünlerde yaşamını yitirenlerin, meydanlarda mücadele edenlerin mirasıdır. Böyle bir miras, günübirlik hesaplarla ve dar kadroculukla heba edilemez.

Eğer partimiz halkla bağını güçlendirir, şeffaf bir işleyiş benimser, nitelikli kadrolarla yol alır ve emekçilerin gerçek sorunlarına eğilirse; büyüme potansiyeli vardır. Aksi takdirde, tarihin tozlu raflarında kaybolmaya mahkûm olur.

Bugün bize düşen görev, kişisel hesapları bir kenara bırakmak; partiyi gerçekten halkın partisi yapmak için emek vermektir. Çünkü TİP, yalnızca bir parti değil; geleceğin adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin de adıdır.

 

27 Eylül 2025 Cumartesi

 

Talaz’ın Oğulları Özet

Talaz sözcüğü, Türk Dil Kurumu’nda dalga, dalgalanma anlamına gelirken, Kürtçede kuvvetli kasırga demektir.
Ben de “Talaz’ın Oğulları” adlı romanımı, işte bu fırtınalı topraklarda yazdım. Çünkü bu topraklarda bir yanda köylünün güneşi dediğimiz Köy Enstitüleri ışığını saçıyor, köylüyü aydınlatmaya çalışıyordu. Öte yanda ise koyu bir taassup, kör bir bağnazlık hüküm sürüyordu. Aydınlıkla karanlığın, ilericilikle gericiliğin kavgası yıllarca devam etti.

Daha dün Malatya’da “büyücülük” yapan yedi kişinin gözaltına alındığını, 34 milyonluk bir dolandırıcılığa karıştıklarını okuduk gazetelerde. İşte o tarikatların, ağaların ve büyücülüğün hüküm sürdüğü topraklarda şekillendi bu roman.

Köy Enstitülü Öğretmen ile Ağa’nın Çatışması

Romanın özünde bir öğretmenle bir ağanın çatışması vardır.
Talaz, köyde yaşayan sıradan bir vatandaştır. El emeğiyle, kas gücüyle tapulu arazisinde kuyu kazar; toprağın bağrından suyu çıkarır. Çocuklarının geleceği için bağını bahçesini sulamaya çalışır.

Diğer yanda ise Celal Ağa vardır. Öyle güçlüdür ki valinin, kaymakamın görev yerini değiştirecek kadar nüfuz sahibidir. O günlerin köylüsü için en önemli geçim kaynağı haşhaştır. Köylü haşhaş eker, yağını çıkarır, afyonunu toplar. Ağa ise köylünün afyonunu ucuza kapatır, Adıyaman üzerinden Antep tarafına kaçak yollarla gönderir. Karşılığında silah alır, tüccarlarla değiş tokuş yapar. Rüşvetlerle hükümet görevlilerini de kendine bağlamıştır.

Zaman zaman ilçedeki memurları, amirleri konağına davet eder, onlara ziyafetler verir. Böylece hem ağırlığını gösterir hem de köylünün gözünü korkutur. Köyde kimse onun karşısına çıkmaya cesaret edemez.

Hinto’nun Terazisi

Bir kış günü ağa, köylüden alacaklarını toplamak için hizmetçisi Hinto ile oğlunu köy evlerine yollar. Köylü ya parasını ya da afyonunu vermek zorundadır.

Hinto ve ağanın oğlu, Serhat’ın kapısına varır. Tesadüf bu ya, o sırada Serhat’ın misafiri olan Nedim Öğretmen de evdedir. Serhat çuval dolusu afyon topaçlarını çıkarır, teraziye koyar. Ama Hinto terazinin denge çubuğuna kolunu bastırarak hile yapar. Afyonu olduğundan daha hafif tarttırır.

Nedim Öğretmen bu hileyi görür ve öfkeyle seslenir:
— Kolunu neden denge çubuğuna bastırıyorsun?

Hinto, pişkin bir edayla:
Fire payıdır öğretmen efendi, der.
— Ne firesi? diye çıkışır öğretmen.
— Afyon yaş toplanır, sonra kurur. Kuruyunca fire verir. Biz o fireyi tartıya dahil etmezsek ağamız zarar eder.

Öğretmen öfkeyle itiraz eder:
— Zaten kuruduğu kadar kurumuş. Ne firesi?

Ağanın oğlu ve Hinto, afyonu tartmadan köyden ayrılmak zorunda kalır. Olayı öğrenen Celal Ağa çılgına döner. Öğretmeni sürgün ettirir.

Talaz’ın Suyu

Bir gün Celal Ağa, karısı Hazine Hatun ve adamlarıyla birlikte Talaz’ın evine konuk olur. Talaz’ın evinin önünde büyük bir göl oluşmuştur. Gürül gürül akan dört beş oluk su, gölü doldurmaktadır. Celal Ağa bu manzarayı görünce kıskançlıktan çatlar.

Yolda karısına dönerek söylenir:
— Görüyor musun, Talaz su çıkarmış, bahçesini suluyor. Ben ağa olacağım da bahçem susuzluktan kuruyacak!

Hazine Hatun iğneleyici bir dille karşılık verir:
— Sen de muhtarsın. Hem de ağa . Ne yap et, o suyu köyün içine getir.

Ağa hiddetle yanıtlar:
— Talaz gasp etmiş köyün ortak malını! Madem muhtarım, ağayım benim bahçem susuzluktan kuruyacak öyle yağma yok. Ne edip ne yaparım o suyu köyün içine getireceğim.

Böylece su kavgası başlar.

 

Suyun Çekişmesi ve Ağanın Oyunları

Celal Ağa kaymakama çıkar:
— Köyümüzün içme suyu yok, der.

Kaymakam:
— Yakınlarda bir kaynak varsa YSE’ye söyleriz, ödenek bulursak köye su getiririz, diye karşılık verir.

Ağa hemen ekler:
— Kaynak var ama köyde gözü aç birisi suyu kendi evine çekmiş.

Kaymakam sinirlenir:
— Olmaz öyle şey! Hemen YSE’ye gidin, malzemeyi versinler. Köyünüze içme suyu getirin.

Celal Ağa, YSE müdürüne gider. Müdür, kanal kazma işini köylüye yükler, malzemeyi kendilerinin vereceğini söyler. Ağa da gücünü kullanarak Talaz’ın tapulu arazisinden çıkan suyu köyün malı gibi gösterir, hattı kendi konağının önüne çektirir. Talaz’ın bahçesi kurur.

Kan Davası

Bundan sonra olaylar kanlı bir mücadeleye dönüşür.
Talaz’ın oğulları, babalarının hakkını ararken Celal Ağa’nın devlet içindeki gücüne çarpar. Celal Ağa’nın bir oğlu Antep’te ağır ceza reisidir. Mahkemeler onun yönlendirmesiyle işler.

Derken Talaz’ın oğulları, Celal Ağa’nın oğlunu öldürür. Ağa öç almak için yeğeni aracılığıyla Talaz’ın kızını dağa kaldırmak ister. Bu sefer Talaz’ın oğulları da Ağa’nın yeğenini vurur.

Çatışma büyür, kan davası başlar. Celal Ağa silah tüccarlarıyla iş birliği yapar, Adıyaman tarafından kiralık katiller getirir. Katiller bir gün pusu kurar, Talaz’ı vururlar.

Ama bu da kavganın sonu olmaz. Talaz’ın oğulları, kimsenin olmadığı bir gece Celal Ağa’nın konağını basar. Onu, konağın önünde yaptırdığı gösterişli gölde boğarak öldürürler.

Sonuç

Talaz’ın kuyusundan çıkan su, sadece toprakları değil, koca bir köyün kaderini değiştirmiştir.
Su ile başlayan kavga, bir kan davasına dönüşmüş; aydınlıkla karanlığın, emekle zulmün, köylüyle ağa düzeninin çarpışmasına sahne olmuştur.

Saygılarımla

 

19 Eylül 2025 Cuma

 

DÖNEKLER

Dönekler, liberal solcular, İkinci Cumhuriyetçiler, oportünistler… Hepsi birden CHP mitinglerinden “heyecan” kapmış görünüyor. Sanki yıllardır unuttukları köşelerine yeniden kavuşacaklarmış gibi, yavaş yavaş köşe kapmaca oynamaya başladılar. Onların siyaset anlayışı da budur zaten: Hangi kapıda bir tas “yal” bulurlarsa, gidip o kapının önünde havlarlar.

Ama ben buradan onlara sesleniyorum: Kudurun! Çırpının! Çünkü bu kapıda size artık bir lokma bile yok. Siz, dün başka kapılarda havlayan köpekler, şimdi gelip burada yol gösterici kesiliyorsunuz. Ne var ki, içten içe şunu da düşünüyorum: Kolları uzundur onların; dönerler, dolaşırlar, bir yolunu bulurlar. Yine kendilerine uygun bir köşe yaratırlar. Yine biz dışarıda kalırız.

Çünkü sürgün edilenler biziz, zindanlarda yatanlar biziz, öldürülenler, öldürülmek istenenler biziz. Biz, bütün bedelleri ödeyenler… Doğru yolda olduğumuzu bildiğimiz halde, hep kenara itilen yine biz oluruz. Çünkü biz onlar gibi fırıldak çevirmiyoruz, çıkarın rüzgârına göre yön değiştirmiyoruz.

Bir bakmışsınız, bir gün bizim önümüze geçmişler. Özgür Özel’in yanında saf tutmuş, ona yol göstermeye başlamışlar. Oysa unutulmasın: “Kılavuzu karga olanın, burnu pislikten kurtulmaz.”

Bizim mücadelemiz, onların masa başında yazdığı yazılara, salonlarda yaptığı cilalı tartışmalara benzemez. Bizim mücadelemiz, alın teriyle, gözyaşıyla, kanla ödenmiş bir mücadeledir. Onlar, bir dönem halkın karşısına “yeni bir sol”, “yeni bir demokrasi” diye çıkar, sonra ilk fırsatta düzenin kucağına otururlar. Her dönemin adamı olurlar; dün liberal, bugün sosyal demokrat, yarın bambaşka bir maske takarlar.

Ama biz maskesiziz. Bizim yüzümüzü saklayacak bir perdemiz yok. Ne düşünüyorsak onu söylüyor, ne söylüyorsak onun arkasında duruyoruz. Bunun için dışlanıyoruz, bunun için kenara itiliyoruz. Çünkü iktidarın da muhalefetin de işine gelen, ilkesiz döneklerdir. Onlar herkesle uzlaşır, herkesle masaya oturur, herkesin işine yarar. Biz ise dik durur, eğilmez, bükülmez ve bu yüzden yalnız bırakılırız.

Şimdi soruyorum: Gerçek muhalefeti kim yapıyor? Zindanlarda yatanlar mı, yoksa ekranlarda boy gösterip “demokrat” kesilenler mi? Halkın gerçek dertlerini kim haykırıyor? Çalıştığı tarlada, fabrikada hakkı yenilen köylü ve işçiler mi, yoksa her seçim döneminde köşe kapmaca oynayan siyaset simsarları mı?

Biliyorum, yarın yine onlar vitrine çıkacak. Gazetelerde, televizyonlarda boy gösterecekler. “Biz yıllardır mücadele ediyoruz” diyecekler. Ama biz unutmuyoruz: Onlar, en zor günlerde ortadan kaybolanlardır. Onlar, bedel ödemekten kaçanlardır.

Biz, susmayacağız. Biz, tarihin çöplüğüne atılmış döneklerin, liberal maskelilerin, oportünistlerin değil; halkın, emekçilerin, direnenlerin yanında duracağız. Çünkü biliyoruz ki: Yol uzun, zorluk büyük ama zafer, yalnızca döneklik etmeyenlerin olacak.

Onların siyasetinde inanç yoktur, yalnızca çıkar vardır. Dün bir masada, bugün başka bir sofrada, yarın kimin eli güçlüyse onun yanında... Onların tek pusulası menfaatleridir. O yüzden en fırtınalı günlerde gemiyi ilk onlar terk eder. Halkın boğuştuğu dalgaları seyredip, kendilerini kurtaracak yeni limanlar ararlar.

Biz ise fırtınanın tam ortasında kürek çekenleriz. Gemiyi batmaktan kurtarmak için dişimizi sıkar, ellerimizi nasırlarla doldururuz. Yeri gelir aç kalırız, yeri gelir zindana düşeriz, yeri gelir canımızı veririz. Ama yönümüzü değiştirmeyiz. Çünkü biz çıkar için değil, inanç için buradayız.

Bugün onların sesi daha gür çıkıyor olabilir. Gazeteler onları yazıyor, televizyonlar onlara mikrofon uzatıyor, salonlar onlarla dolup taşıyor olabilir. Ama halkın kalbinde kim var? O mikrofonlardan dökülen cilalı sözler mi, yoksa tarlasını sürerken, fabrikasında çalışırken hakkını arayanların çığlığı mı?

Tarih bu sorunun cevabını verecek. Tarih, döneklerin, yal yalayanların, fırsatçılık yapanların değil; bedel ödeyenlerin, yılmayanların, dik duranların adını yazacak. Çünkü hiçbir ihanet sonsuza kadar sürmez, hiçbir döneklik sonsuza kadar gizlenemez.

Ve biz biliyoruz: Yarın yine onlar sahneye çıkacak, “Biz olmasak bu mücadele yürümezdi” diyecekler. Ama biz de haykıracağız: Asıl mücadele sizin lüks salonlarınızda değil, bizim kanımızın ve terimizin aktığı sokaklarda, meydanlarda, hapishanelerde verildi!

O yüzden buradan bir kez daha sesleniyorum: Dönekler, liberal maskeliler, oportünistler! İstediğiniz kadar kapı kapı dolaşın, istediğiniz kadar yal arayın; halkın kapısında size artık yer yok. Çünkü halk, kendi yolunu kendi önderleriyle açacaktır. Ve bu yolun taşlarını da biz, bedel ödeyenler, alın teri dökenler, hapislerde çürüyenler, mezarlara gömülenler döşeyeceğiz.